30 Haziran 2013 Pazar

KENT OLGUSU


  
Bazen eski defterleri karıştırmakta yarar var. Geçen zaman içinde neler olmuş, neler değişmiş onları gösterir bize. Toplum veya kişisel olarak gerilemiş miyiz, yerimizde mi saymışız, yada sorunlu konular aşılmış, bir ilerleme kaydedilmiş midir? Bugün dört sene önce yazdığım yazıdan örneklerle bunu öğreneceğiz. Yer yer araya girip bu güne dair değinmeler yapacağım.

Buyurun başlayalım

Sosyolojiye göre insanların ihtiyaçlarından dolayı toplu yaşama alışkanlıkları vardır. Önce toprağın ekilmeye başlanmasıyla küçük guruplar, küçük grupların bir araya gelmesiyle köyler oluşur. Daha sonrada gurupların artmasıyla kentler kurulur. Günümüze gelene kadar gelişen teknoloji bu ihtiyaçları arttırarak karmaşık yapılı kent olgusunu çıkarır karşımıza. Bu konuda trafik kuralları bence en önemli göstergedir. Eski kentlerin köylerden tek farkı kalabalık oluşuydu. Oysa şimdi kentlerde yaşamanın bir kuralı ve yazılı-yazısız bir yasası var. Gelişmişlik artık kentlilik oranıyla ölçülüyor. Bu ne demek? Şu demek:

1: Kentlerde iş ve ev arasında geçen sürenin ikiye bölünmesi.
2: Bu sürenin en kaliteli ve en verimli biçimde kullanılması.
3: Kişisel ihtiyaçların BM kararlarıyla da onanan en az insan hakları çerçevesi içinde giderilmesi.

Bu ilkeler her insan için geçerlidir. Öylede olması gerekir. Peki bizde öylemidir? Ne yazık ki hayır! Hangi konu aklınıza geliyorsa sözünü ettiğim durumla ilişkilendirin haklı olduğumu göreceksiniz. Ben bu durumu bu yazıda özürlülerle ilişkilendirmek istiyorum. Gerçi özürlüler konusunda hiç bir ilerleme yok değil..

Biz özürlüler aynı belediye başkanı zamanında bile değişen fiziki yapılar yüzünden çok
zorluk yaşıyoruz. Örnek olarak Adnan Menderes Caddesiyle Bosna-Sakarbaba Caddesinin kesiştiği kavşağı verebilirim. O güzergâhta küçük büyük birkaç kavşak daha var. Akıncılar Mahallesi çıkışı olan Büyük Geçit’le Papuççular caddesinin kesiştiği kavşak gibi..  Buralarda ya rampalar yüksek yada alt geçitten çıkan araçlara hız hakkı verildiğinin işareti olarak gördüğüm yolu ortadan ikiye bölen, sadece yolu değil aynı anda kentide ikiye bölen demir parmaklık var.

Eskiden kapitalist ülkeleri komünist ülkelerden ayırmak için söylenen ve komünizmin kapitalistlerce tanımlanan biçimiyle kentimizde “demir perde” var epeydir. Arada karşıya geçmek için bırakılan dar geçitler büyük tehlike taşımaktadır. Ordan hem yayalar hem motosikletliler karşıya geçiyor.

*

Burada ilk arayı verelim. Demir perde olduğu gibi duruyor. Bakkallar durağındaki orta refüj asfalt seviyesine indirilerek yaya geçişine uygun hale getirildi. Araçların hızını kesmek için yaya geçiş işaretlerinden önce yola kasis yapıldı. Yetmedi trafik ışıkları kondu. Amaç trafik ışıkları kırmızıya dönünce Yeni Cami’nin önünde biriken araç sayısını düşürmekti. Şimdi alt geçitten çıkan soluğu Yeni Cami’de almıyor. Olan, yola kasis yapılana ve trafik ışıkları konana kadar geçen sürede hayatını yitiren 12 mahalle sakinimize oldu.

*

Carfursa’nın otoparkından ışıklarla karşıya geçemezsiniz. Eskiden orda rampa vardı, şimdi yok! Yenicami yönünden gelen araçlar kontrollü geçsin diye selektör yapan bir ışık konmuş sadece. Kaldırımlara çıkmak için merdiven dayasanız yeri inanın. Oysa bizim kadar çocuklu annelerde aynı yolu bebek arabalarıyla binbir güçlükle kullandıklarını görüyorum. Olan rampalarda kayak yapmak için yüksek yapılmış.

*
Carfursa ordan kalktı. Yerinde Eloktroworld var. Önündeki dört yoldan trafik ışıkları kaldırıldı. Şimdi kontrollü geçiş var. O yüksek rampalar asfalt seviyesine indirildi. Bütün bunlar insan algısının vardığı aşamaların göstergesidir. Köylülükten kentliliğe ilk geçişin ardından daha kalabalık kavşaklara trafik polisi konurdu. Daha sonra trafik polisinin yerini trafik işaretleri aldı. Şimdi trafik ışıklarının bile modern bir görüntü olmadığı düşünülüyor. Onun için ışıksız kontrollü geçiş var. Burada eğitilmiş ve sakin insanın önceliği karşısına vermesi kuralı var. Kültür erozyonuna uğramış, heyecanlı ve dövüşür gibi konuşan insanımızın araç üstün zihniyetini kıracak mı bu durum sizce.
*

Konu sadece bunlarla sınırlı değil. Sık sık değişen kaldırımlar yüzünden pasajlara araçlarla yada yaya olarak giremiyoruz. Çoğu pasaj çukurda kaldı. Yeni yapılan binalarda rampa yapmayanları görünce şaşırıyorum. Pasaj 2000 de ilk zamanlarda rampa yoktu. Girecek yer bulmak için çok dolanmıştım. Meğer Çark Caddesi tarafında bir giriş varmış. Pasaja girdim ve esnafa “siz özürlülerin parasını kazanmak istemiyorsunuz galiba” dedim. Daha sonra standart rampaların yapıldığını görünce mutlu oldum.

Nil Kırtasiye’nin şimdiki yerini biliyorsunuz; oraya yardımsız girmek ve ordan çıkmak mümkün değil. Çok kısa ve çok dik bir rampa var. Orayı çıkabilmek için için caddenin karşısına geçip hız kazanmamız lazım, yoksa akülü araçlarımız rampanın bir yerinde güçsüz kalır. Tekerlekli sandalyeye bağlı özürlü arkadaşlarımızın “engelliler olimpiyatlarında” madalya almadan o rampayı çıkmaları mümkün değil.

Yetkili müdürlerine durumu iki sene önce göstererek anlattım. Ne dediler biliyor musunuz? Bina kendilerinin değilmiş, onlar orda kiracılarmış. Binayı yapan mimar bunu düşünememiş.
Bu sorunu çözmek yerine sorundan kaçmak ve sorumluluğu üzerinden atmak değilde nedir?
Peki bu binalar yapılırken kim denetliyor? Bu denetimler içinde özürlülerle ilgili ölçütler yok mudur? 

Şimdi gelin gelişmişliğimizi kentliliğimizle ölçelim. Önce insanı ve o insanın içinde yer alan özürlüyü rahatlatmazsanız ne kadar gelişmiş olursunuz? Bu haliyle bizleri yönetenlerin keyiflerince bir kent olgusuyla karşı karşıya değil miyiz?

*
Yazının sonunda sorduğum soru bugünde geçerli, görüyorsunuz değil mi? Sanırım bu hiç değişmeyecek ülkemizde.



                                                                                                                                      14.06.13



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder