Bazen eski defterleri
karıştırmakta yarar var. Geçen zaman içinde neler olmuş, neler değişmiş onları
gösterir bize. Toplum veya kişisel olarak gerilemiş miyiz, yerimizde mi
saymışız, yada sorunlu konular aşılmış, bir ilerleme kaydedilmiş midir? Bugün
dört sene önce yazdığım yazıdan örneklerle bunu öğreneceğiz. Yer yer araya
girip bu güne dair değinmeler yapacağım.
Buyurun başlayalım
Sosyolojiye göre insanların ihtiyaçlarından dolayı toplu
yaşama alışkanlıkları vardır. Önce toprağın ekilmeye başlanmasıyla küçük
guruplar, küçük grupların bir araya gelmesiyle köyler oluşur. Daha sonrada
gurupların artmasıyla kentler kurulur. Günümüze gelene kadar gelişen teknoloji
bu ihtiyaçları arttırarak karmaşık yapılı kent olgusunu çıkarır karşımıza. Bu
konuda trafik kuralları bence en önemli göstergedir. Eski kentlerin köylerden
tek farkı kalabalık oluşuydu. Oysa şimdi kentlerde yaşamanın bir kuralı ve
yazılı-yazısız bir yasası var. Gelişmişlik artık kentlilik oranıyla ölçülüyor.
Bu ne demek? Şu demek:
1: Kentlerde iş ve ev arasında geçen sürenin ikiye
bölünmesi.
2: Bu sürenin en kaliteli ve en verimli biçimde
kullanılması.
3: Kişisel ihtiyaçların BM kararlarıyla da onanan en az
insan hakları çerçevesi içinde giderilmesi.
Bu ilkeler her insan için geçerlidir. Öylede olması
gerekir. Peki bizde öylemidir? Ne yazık ki hayır! Hangi konu aklınıza geliyorsa
sözünü ettiğim durumla ilişkilendirin haklı olduğumu göreceksiniz. Ben bu
durumu bu yazıda özürlülerle ilişkilendirmek istiyorum. Gerçi özürlüler
konusunda hiç bir ilerleme yok değil..
Biz özürlüler aynı belediye başkanı zamanında bile değişen
fiziki yapılar yüzünden çok
zorluk yaşıyoruz. Örnek olarak Adnan Menderes Caddesiyle
Bosna-Sakarbaba Caddesinin kesiştiği kavşağı verebilirim. O güzergâhta küçük
büyük birkaç kavşak daha var. Akıncılar Mahallesi çıkışı olan Büyük Geçit’le
Papuççular caddesinin kesiştiği kavşak gibi..
Buralarda ya rampalar yüksek yada alt geçitten çıkan araçlara hız hakkı
verildiğinin işareti olarak gördüğüm yolu ortadan ikiye bölen, sadece yolu
değil aynı anda kentide ikiye bölen demir parmaklık var.
Eskiden kapitalist ülkeleri komünist ülkelerden ayırmak
için söylenen ve komünizmin kapitalistlerce tanımlanan biçimiyle kentimizde “demir
perde” var epeydir. Arada karşıya geçmek için bırakılan dar geçitler büyük
tehlike taşımaktadır. Ordan hem yayalar hem motosikletliler karşıya geçiyor.
*
Burada ilk arayı verelim. Demir
perde olduğu gibi duruyor. Bakkallar durağındaki orta refüj asfalt seviyesine
indirilerek yaya geçişine uygun hale getirildi. Araçların hızını kesmek için
yaya geçiş işaretlerinden önce yola kasis yapıldı. Yetmedi trafik ışıkları
kondu. Amaç trafik ışıkları kırmızıya dönünce Yeni Cami’nin önünde biriken araç
sayısını düşürmekti. Şimdi alt geçitten çıkan soluğu Yeni Cami’de almıyor. Olan,
yola kasis yapılana ve trafik ışıkları konana kadar geçen sürede hayatını
yitiren 12 mahalle sakinimize oldu.
*
Carfursa’nın otoparkından ışıklarla karşıya geçemezsiniz.
Eskiden orda rampa vardı, şimdi yok! Yenicami yönünden gelen araçlar kontrollü
geçsin diye selektör yapan bir ışık konmuş sadece. Kaldırımlara çıkmak için
merdiven dayasanız yeri inanın. Oysa bizim kadar çocuklu annelerde aynı yolu
bebek arabalarıyla binbir güçlükle kullandıklarını görüyorum. Olan rampalarda
kayak yapmak için yüksek yapılmış.
*
Carfursa ordan kalktı. Yerinde
Eloktroworld var. Önündeki dört yoldan trafik ışıkları kaldırıldı. Şimdi kontrollü
geçiş var. O yüksek rampalar asfalt seviyesine indirildi. Bütün bunlar insan
algısının vardığı aşamaların göstergesidir. Köylülükten kentliliğe ilk geçişin
ardından daha kalabalık kavşaklara trafik polisi konurdu. Daha sonra trafik
polisinin yerini trafik işaretleri aldı. Şimdi trafik ışıklarının bile modern
bir görüntü olmadığı düşünülüyor. Onun için ışıksız kontrollü geçiş var. Burada
eğitilmiş ve sakin insanın önceliği karşısına vermesi kuralı var. Kültür
erozyonuna uğramış, heyecanlı ve dövüşür gibi konuşan insanımızın araç üstün
zihniyetini kıracak mı bu durum sizce.
*
Konu sadece bunlarla sınırlı değil. Sık sık değişen
kaldırımlar yüzünden pasajlara araçlarla yada yaya olarak giremiyoruz. Çoğu
pasaj çukurda kaldı. Yeni yapılan binalarda rampa yapmayanları görünce
şaşırıyorum. Pasaj 2000 de ilk zamanlarda rampa yoktu. Girecek yer bulmak için
çok dolanmıştım. Meğer Çark Caddesi tarafında bir giriş varmış. Pasaja girdim
ve esnafa “siz özürlülerin parasını kazanmak istemiyorsunuz galiba” dedim. Daha
sonra standart rampaların yapıldığını görünce mutlu oldum.
Nil Kırtasiye’nin şimdiki yerini biliyorsunuz; oraya
yardımsız girmek ve ordan çıkmak mümkün değil. Çok kısa ve çok dik bir rampa
var. Orayı çıkabilmek için için caddenin karşısına geçip hız kazanmamız lazım,
yoksa akülü araçlarımız rampanın bir yerinde güçsüz kalır. Tekerlekli
sandalyeye bağlı özürlü arkadaşlarımızın “engelliler olimpiyatlarında” madalya
almadan o rampayı çıkmaları mümkün değil.
Yetkili müdürlerine durumu iki sene önce göstererek
anlattım. Ne dediler biliyor musunuz? Bina kendilerinin değilmiş, onlar orda
kiracılarmış. Binayı yapan mimar bunu düşünememiş.
Bu sorunu çözmek yerine sorundan kaçmak ve sorumluluğu
üzerinden atmak değilde nedir?
Peki bu binalar yapılırken kim denetliyor? Bu denetimler
içinde özürlülerle ilgili ölçütler yok mudur?
Şimdi gelin gelişmişliğimizi kentliliğimizle ölçelim. Önce
insanı ve o insanın içinde yer alan özürlüyü rahatlatmazsanız ne kadar gelişmiş
olursunuz? Bu haliyle bizleri yönetenlerin keyiflerince bir kent olgusuyla
karşı karşıya değil miyiz?
*
Yazının sonunda sorduğum soru
bugünde geçerli, görüyorsunuz değil mi? Sanırım bu hiç değişmeyecek ülkemizde.
14.06.13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder