Bu başlığı görünce başka dilde konuştuğumuzu mu sanıyorsun diyebilirsiniz. Evet bu konuda görünüşte haklısınız. Konuştuğumuz dil Türkçe, yabancı bir dille konuşmuyoruz. Edirne’den Ardahan’a yurt içinde ortak konuşma ve resmi yazışma dilimiz Türkçedir. Yalnız bu başlık bir kaygının dile gelişidir. Hızlı iletişim çağında cep telefonlarından kısa mesaj yoluyla, internetten anlık ileti (msn Messenger v.b) yoluyla İngilizceden gelen kısaltmaların, 5500 yada 8500 yıldır kullandığımız söylenen güzel Türkçemizi bozduğunu düşünüyorum. Bu konuda benimle aynı fikirde olanların azımsanmayacak sayıda olduğunu da biliyorum.
Bizim kullandığımız Türkiye Türkçesi, Ural-Altay dil
ailesine bağlı Türk dillerinden ve Oğuz Grubu’na mensup bir
dildir. Türkiye, Kıbrıs, Irak, Balkanlar ve Orta
Avrupa ülkeleri başta olmak üzere geniş bir coğrafyada
konuşulmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin resmî; Romanya, Makedonya, Kosova ve Irak’ın
ise tanınmış bölgesel dilidir. 1960 sonrasının Avrupa’sında baş gösteren iş
gücü açığı üzerine başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerine iş
gücü olarak giden ve bu gün 4 ila 5. kuşağa ulaşan 6 milyon insanımızın da ana
dili Türkiye Türkçesidir.
Türkçe, farklı lehçelere ayrılmış bir dildir.
Dilbilimcilerin lehçeler olarak kabul ettiği bu farklılıklar, Türk
Dil Kurumunca (TDK) ağız ve şive olarak nitelendirilmektedir. Bu lehçelerden İstanbul
ağzı-lehçesi, sivrileşerek yazı dili hâline gelmiştir.
Türkiye’de Türk Dil Kurumu, Atatürk tarafından1932 yılında Türk
Dili Tetkik Cemiyeti olarak bağımsız bir organ olarak
kurulmuştur. Türk Dil Kurumu dilin sadeleşmesi, Türkçeye dair bilimsel
araştırmaların yapılması, o dönemde Arapça ve Farsça dillerinin dilimizde
yaygın olarak kullanılan sözcüklerinden arındırmak, yani dilimizdeki yabancı
kökenli sözcükleri değiştirmek için kurulmuştur.
1930’lu yılların başında dilimizdeki yabancı kelimelere
Türkçe karşılıklar bulma konusunda yoğun çalışmalar yapıldı. O yıllarda
dilimize çok sayıda yeni kavram ve kelime kazandırılmış, dildeki bu olağan dışı
yabancılaşmanın önüne geçilmeye çalışılmıştı. Ne var ki özellikle Atatürk’ün
ölümünden sonra, bu aşırı Türkçeleştirme hareketi çığırından çıkmış ve
amacından sapmıştır. Türkçe kelimelere dahi yeni karşılıklar bulma gibi garip
durumlara düşülmüştür. Başlangıçta iyi
niyetli ve yararlı bir girişim olarak ortaya çıkan bu hareket zaman içinde,
asıl çizgisinin dışına çıkartılarak yabancı dil denildiğinde, yalnızca Arapça
ve Farsçanın kastedildiği bir noktaya çekilmiştir. Bu olumsuz durumu zamanında
gören Atatürk ve o dönemin aydınları önlem alma yoluna gitmişlerdir.
Aşırı özleştirmecilerin gözden kaçırdıkları gerçeklerden
birisi de bu konuda halkın kabulünü ve kelimelerin yeni hayata uyum sağlama
sürelerini hiçe saymalarıdır. Bu konuda tam anlamıyla “Ben yaptım, oldu”
anlayışı esas alınmıştır. Kelime ve kavramların tarihî derinliği, bağlantıları,
Türkiye ile Türkçe konuşan diğer soydaşlarımızın irtibatları hiçbir şekilde
dikkate alınmamıştır. Sözde Türkçeleştirme akımı, gereğinden çok hızlı ve
zorlamalarla sürdürülmüştür. Bu ise, başarısızlığı beraberinde
getirmiştir.
“Kompüter”
kelimesine “Bilgisayar” gibi harika
bir karşılık getiren bu çalışmalara iki olumsuz örnek vermek istiyorum.
milli marş: ulusal
düttürü
otobüs: çok oturgaçlı
götürgeç
Türkçeye zarar vermeye başlayan bu hareket, 1980’li yılların
başında durdurulmuştur. Aşırı özleştirme hareketinin başarısızlığı gözler önüne
serilmiştir.
Sonra ne olmuştur? Eskisi gibi kelime türetemeyen kurum bu
kez yazım kurallarıyla oynamaya başlamıştır. Nerdeyse her sene yeni bir yazım
kuralıyla karşılaşıyoruz. Bu yazım kuralı sonucunda özel ismi eklerinden ayıran
apostrol denen üst virgül uygulaması kalktı. Artık “Türkiye’nin yazmak yerine
“Türkiyenin” yazıyoruz. Önceleri “uluslararası” kelimesi iki ayrı kelime
değildi. Bugün “uluslar arası” şeklinde kelimeyi ikiye bölerek yazıyoruz. Bir de harflerin üstündeki şapkalar alınınca
kâr kelimesi kar olup eridi. Şimdi kaatil yerine çok yanlış olarak katil
diyoruz. Bu beyler ne yapıyor dersiniz? Ne yapacaklar Türkçenin canına
okuyorlar işte. Hem de Türkçeyi “gelüyü gidiyü” şeklinde konuşan
profesörleriyle. Adamlar Murat Bardakçı’nın deyimiyle oturum başına para
aldıkları için oturumda iş yaptıklarını gösterebilmek amacıyla bütün bunları
yapıyorlar.
21. yy da yabancı dil bilmenin önemi önceki dönemlerden daha
fazladır. Teknolojik gelişmeyle beraber dünya küçüldü, ulusların birbirleriyle
ticareti arttı. Ülkelerin kalkınmasında ve gelişmesinde bilimsel araştırmaların
ve uluslararası ilişkilerin yeri çok büyüktür. Bu tür ilişkilerin kurulmasında yabancı
diller, yardımcı bir araçtır. Ülkemizde son elli yıllık süreçte yabancı
diller, araç olmaktan çıkmış / çıkarılmış, amaç konumuna
getirilmiştir. Bugün eğitimimiz bile ayrımcılığı yabancı dilden yana
yapmaktadır. Yabancı dillerin işlevi saptırılmıştır. Modern
sömürgeciliğin en güçlü araçlarından birisinin dil olduğu artık çok iyi
bilinmelidir. Yabancı dille eğitilen nesiller, bir süre sonra Türkçe
düşünmeyecek Türk gibi davranmayacaktır.
1950’lerden önce uluslararası dilin etkisiyle Osmanlı batı hayranı
aydınlarının diline girmiş Fransızcanın yerine dilimize, İngilizce kelimeler ve
kalıp ifadeler girmeye başlamıştır. Bu tek taraflı etkileme, günümüze kadar
artarak sürmüştür. Bugün ise, İngilizce kelimeler, dilimiz üzerine âdeta bir
sağanak gibi yağmaktadır. Durum ürkütücü boyuttadır. Artık, önlem alma zamanı
gelmiş ve geçmektedir. Bu durumu somut olarak ortaya koyabilmek için, sokak ve
caddelerdeki iş yeri adlarına bir göz atmak, televizyon kanallarının adlarına
bakmak, kendisini aydın ve sanatçı varsayan yabancı hayranı tiplerin her akşam
televizyonlardaki konuşmalarını dinlemek yeterlidir.
DEVAM EDECEK
24.06.13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder