Biz hovarda bir milletiz. Hava atmayı çok severiz. Hatta
bizim sırf hava atmak için yaşayanlarımız da var. Erkeklerimiz kendilerini “en”
yakışıklı sanırken, kadınlarımız “en” güzel olduklarını düşünür ve o edayla
ortalıkta arzı endam ederler. Sahip olduğumuz “en”leri sıralamakta hiç
zorlanmazsınız; en iyi telefon bizde vardır, en akıllı biziz (alemi sersem
sanırız), en güzel ve en şık biz giyiniriz, en kaliteli biz yeriz. “En” güzel
bizim otomobilimizdir. Herkes “en” çok bize ilgi gösterir. “En” çok biz
seviliriz. “En” çok biz severiz”. “En” esprili olduğumuz tartışılmazdır. “En”
çok biz kızarız. “En” çok biz söveriz. Çünkü “en” haklı biziz. “En” büyük bizim
tuttuğumuz takımdır. “En” güzel yada yakışıklı bizim sevgilimizdir. “En” çok
biz kazanırız. Çünkü iş geçmişimize bakılmaksızın “en” yüksek ücretle “en” çok
tercih edilen biziz. Kendimizi dev aynasında görmekten gözlerimiz kamaşır. Onun
için düz yolda önümüzü görmeyiz. Ama “en” çok içip “en” az sarhoş oluruz. Yada
sarhoş olmamıza rağmen “en” usta arabayı biz süreriz. Kazalar öyle demese bile
“en” doğruyu bizden dinleyin, çünkü “en” doğru sözlü insan aransa bizden başka
kimse çıkmaz. Sevişirken de, dövüşürkende “en” ateşli biziz. Dünyaya üretip
sattığımız tek bir teknoloji ürünü yok ama “en” son teknolojiyi “en” çok biz
satın alırız. Ayranımız yok içmeye ama atla gideriz... olsun, şan ve şeref
olsun yeter (şan, şeref böyle nasıl oluyorsa artık).
Bu “en”lerimize devam edersek en kalitesiz eğitimde en çok
üç kağıdı son zamanlarda “YÖK”üde soktuk. Memuriyet sınavından her tür okullara
giriş sınavlarını yapan kuruluşumuz da olan (12 eylül kurumu olarak yüksek
öğrenime vurulmuş bir kelepçe olması nedeniyle varlığını onaylamadığım) “YÖK”
nerdeyse “yok” olmak üzere. Herhalde kendini yok eden milletler içinde harakiri
yapan Japonlar hariç “en” başta biz geliriz. Üstelik Japonlar harakiriyle
ölerek yok olurken biz yaşarken yok olmayı “en” iyi beceren milletiz.
Sonra ölürken imanlı ölmeyi umarız. Oysa kendimizi “en” başta olmak üzere
herkesi kandırırken imanımız yerinde kalır mı dersiniz?
Bir sabah her sabah yaptığım gibi saat 07:00’da radyoyu
açtım. Haber ve spor radyolarını dolaşıyordum. Lig gelirleri açısından dünya ve
Avrupa sıralamasıyla ilgili haberden söz edildi. Sabah gazetesinde verilen
“Para Akıyor Ama Boşa” başlıklı haber, okuduklarınızı yazmama neden oldu.
Haber şöyle:
LİG GELİRLERİNDE
DÜNYA 7.'SİYİZ
“Deloitte, 2010-2011
futbol sezonu verilerini açıkladı. Avrupa Futbol Pazarı, yüzde 4 büyüyerek 16.9
milyar euroya ulaşırken, Türkiye gelir listesine dünya devlerinin hemen
ardından hızlı bir giriş yaptı. İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya ve Fransa,
8.6 milyar euro ile gelir havuzunun yarısından fazlasını alıp, Avrupa'nın “5
Büyükler”i olarak sıralanırken, Türkiye, 614 milyon euroluk Rusya’nın ardından
515 milyon Euro’luk bütçesiyle 7. sırada yer aldı.”
Yayın gelirleri bütün takımların iştahını kabarttı. Süper
ligte sürekli yer alan takımlarla kent takımlarının çekişmesi bu gelirden
kaynaklanıyor tabii. Birde 3 büyükleri ekleyin. Bu gelir için ne oyunlar
döndüğünü gördük. Hatta takımın 4 yıllık gelirini kırdıranları yönettiği
takımdan kaçarken daha yüksek makamla ödüllendiriyoruz bile.
O haberin devamı da var; okuyalım mı?
ASLINDA 6. SIRADA
AMA...
“Türkiye aslında 321
milyon dolarlık son ihaleyle yayın geliri açısından 5 büyük ülkenin ardından 6.
sırada. Ancak Rusya Ligi kulüpleri ticari alandaki performanslarıyla
buradaki açığı kapatarak Türkiye’yi geçiyor. Gelir sıralamasında
Türkiye’yi 431 milyon Euro ile Hollanda takip ediyor. Avrupa’nın 5 büyüğünün
gelirlerinde, tribündeki yüksek seyirci ortalaması ve Avrupa maçlarındaki
başarılı performans büyük rol oynuyor.”
Şike soruşturmasında muhteşem buluş örneği verilerek gören
gözleri kör sayan bir deyim uydurdular ya, hani şu; “teşvik teşebbüste kalmış,
sahaya yansımamış”. Bu konu üzerine söylenecek çok söz var ama bizde her şeyi
kılıfına uydurma ustalığımızla hukukuda kendimize benzettiğimizi, kuralları pek
umursamadığımızı, böylelikle şike davasının düşürüldüğünü söylemekle yetinelim.
O sözü konumuza göre söyleyecek olursak “her şey teşebbüste kalmış, sahaya
kalite ve verimlilik yansımamıştır”. Sonuç olarak onca harcama boşuna
yapılmıştır. UEFA boşa yapılan harcamalarla borç ödeyemez duruma düşen
kulüplerimizi “fair play” dedikleri, Türkçesi “Dürüst Davranmama” cezasının
sınırında tutuyor, boşuna mı?
Bakın haberin devamı bu dediklerimi doğrular
niteliktedir.
FIFA SIRAL AMASINDA
İSE DÜNYADA KAÇINCIYIZ SİZCE?
“Türkiye yayın
gelirinde 6’ıncı, toplam gelirde 7. sırada ama bu durum ne yazık ki saha
performansına bir türlü yansımıyor. Türk takımları Avrupa Kupaları’nda belli
bir aşamayı geçemiyor. Milli Takım ise üst üste iki büyük turnuvayı kaçırmış
durumda. Bu yıl yapılan Euro 2012’yi de televizyon başından seyredip, başka
ülkelerin attıkları gollerle heyecanlandık. Türkiye, İspanya’nın liderlik
koltuğunda oturduğu FIFA sıralamasında 33. durumda bulunuyor.”
Bu ne demektir? Bu paraların boşa aktığını göstermez mi? Bu
kadar gelirle dünya ve Avrupa ölçeğinde başarı var mı? Ben bir Beşiktaşlı
olarak milli takımın dünya üçüncülüğünü ve Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğunu
bu gelirlerin içinden gelmediği için istisnai bir başarı sayıyorum. Uefa
şampiyonluğunun üstünden onbeş, dünya üçüncülüğünün üstünden onüç yıl geçmesine
rağmen başarıların arkası da gelmedi zaten.
Paranın boşa aktığını haberden aktaracağım son alıntıyla da
görelim.
PARAYI KÖTÜ YÖNETİYORUZ
“16 Kasım 2011
itibariyle UEFA Milli Takım listesinde 18'inci sıradayız. UEFA’nın kulüpler
sıralamasında ise Türkiye 11. basamakta. Bu veriler, Türk futbolunda gelirlerin
saha içi performansına yansımadığını açıkça gösteriyor.”
En başta ne demiştim?
Biz hovarda bir milletiz. Hava atmayı çok severiz. Hatta
bizim sırf hava atmak için yaşayanlarımız da var.
Eskilerin “Böbürlenme” dedikleri, bugünün moda deyişiyle “Hava”
uğruna paralar boşa akar; huyumuz kurusun.
Yayın Tarihi: 30.10.2015