Yurt dışına hiç çıkmadım. O yüzden ülke özlemek konusunda
söyleyeceklerim önemli şeyler olamaz. Şehir dışına gezmekte dahil bir çok
sebeple çıktım. En uzunu deprem zamanı 8,5 ay olanıydı. Onu uzunluk bakımından 1974’te
zorunlu olarak yaptığım 2 aylık İstanbul gezisi izler. Bütün hepsi dahil ama en
çok bu iki uzun süreli şehir dışı gezimde aklımda kalan her gördüğüm kişiyi
yaşadığım şehirdeki bir kişiye benzetmemdi. Herkes ya ağzı, ya gözü, ya burnu,
ya yürüşü, ya gülüşü, ya duruşuyla tanıdığım birilerine benziyordu. Düşünebiliyor
musunuz, kendi dilimizle konuştuğumuz, yabancı bir ülkede değil gene ülkemizin
en önemli şehirlerindeydim, ama tanıdığım insanları aklımda taşımış gittiğim
yere götürmüşüm haberim yok! Gurbet böyle bir şey midir? Yabancı ülkelerde
çalışanlar ve yaşayanlar için kim bilir daha ne kadardır gurbet?
Bakın gurbet bazen mecburiyetten çekilir. Nedenini nasılını
anlatarak zamanı boşa harcamayalım; kader böyle yol çizmişse paşa paşa uyulur,
ne yapalım? Yalnız kim ne derse desin milli benlikler gurbette daha çok ortaya
çıkar. Gurbette dahada önem kazanan bir milli kimlik başarıyla taçlanırsa övüncü
o oranda büyük olur. Bugün sizlere böyle bir başarı hikâyesinden söz etmek
istiyorum. Okuyunca ağlamakla gülmek arasında kalacaksınız. Büyük mizah
yazarımız Aziz Nesin’lik bir hikâye bu.
Finlandiya’da doçentlik ünvanlı ilk yabancı olan Doç.Dr.
Neva Çiftçioğlu bir Türk hanımefendisidir. Kireçlenmeye sebep olan ve nanobakteri
adı verilen mikrobu bulan, buluşu nedeniyle dünyanın her yerinden davetler,
ödüller alan Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu Türk Bilim kadını olarak 2,5 yıldan beri
NASA’da (Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi) çalışıyor.
Kalp ve böbrek hastalıklarının daha kolay ve daha kesin
teşhis edilmesini sağlayacak, patenti birkaç yüz milyon dolar değerinde önemli
bir buluşu gelecek yıllarda açıklanacağı belirtiliyor. Gelgelelim Türkiye henüz
onu tanımamış. Hiçbir yetkilimizden tek bir kutlama almamış. “Türklüğünden
vazgeç, daha çok parla” diyerek ona akıl veren Bilim Dünyası insanlarına karşı
“asla” diyerek direniyor ve Türklüğünden vazgeçmiyor.
Türklüğüyle övünen Nobel kimya ödüllü bilim insanımız Prof.
Dr. Aziz Sancar’dan sonra Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu’da gurbette Türk kimliğinden
taviz vermeyenlerden.. buna öyle çok ihtiyacımız varki.. bu iki bilim insanımız
ülke hayatımıza iki anıt kimlik kabul edilmelidirler.
Finlandiya’da Türk olduğundan hiç söz edilmemiş. Bırakın Fin
vatandaşı olmayı, vatandaşlık için başvurmamış bile. Fin’liler gene de onu dünyaya Finli olarak tanıtmışlar. Finlandiya’da
bir gazete Neva hanım NASA’da çalışmaya başladığında, “NASA’ya giren ilk Finli”
başlığıyla çıkmış. Başarılı bilim insanları için 1996 yılında düzenlenen bir
törene davet edilen bilim insanımız, tören sırasında Türk bayrağının altına
gittiğinde onu Finlandiya bayrağının altına götürmüşler. Bu durum çok gücüne
gitmiş.
Finlandiya Hükûmeti bilim dünyasına buluşunu açıklaması için
onu 1996 yılında ABD’ye yollamış. New York’taki dünyanın en önemli ilk dört
laboratuarından Cold Spring Harbor Laboratories’te bulmuş kendini. Aynı
bakteriyi o dönemde Amerikalılar da Mars gezegeninde bulmuşlar. İki buluşla birlikte
Astrobiyoloji Enstitüsü kurulmasına karar vermişler. Böylelikle ABD’de kurulan,
bulduğu bakteriyle ilgili büyük bir firmanın da sahiplerinden biri olmuş.
Firmanın Yönetim Kuruluyla İcra -üretim- Kurulu Aracı Müdürü (CEO’su) “senin
Türk olman beni yordu” diyerek ABD vatandaşlığına geçmesini önerince, kısa ve
öz; “ASLA” cevabını vermiş. Bugün diyor ki; “Ben milliyetçi olduğumu bilmezdim,
ama dışarıda kalınca insan ülkesinde kızdığı şeyleri bile özler hale geliyor.”
Bu duruma Amerikalılar şaşırıyorlar. “Sana hiç kimse sahip çıkmıyor, sen neden
Türk olmakta ısrar ediyorsun?” diyorlar.
Ankara Tıp Fakültesi’nde asistanlık yapmış. Asistanlığında doktorasını bitireceği sırada hocalarına sunduğu ve aynı zamanda bölüm başkanı olan hocasının herkesin gözü önünde çöpe attığı Astım hastalığı hakkında bir tez hazırlamış. Neva hanımın çöpe atılan tezi daha sonra tıp dünyasının üç büyük bilimsel dergisinden birinde yayınlanmış. İşte bu yüzden
-Ankara ona doçentliğini vermediği için- Finlandiya’da
doçentlik ünvanı alan ilk yabancı olmuş.
Bakteri çalışmaları sırasında Finlandiya’dan kesin dönüş yapmak için Bilkent Üniversitesi’ne başvurmuş. Rektöre ve Genetik Bölümüne “gelin bunu birlikte yapalım, patenti Türkiye’ye ait olsun” demiş bu başvurusunda. Yazılı cevapla “siz galiba iş arıyorsunuz” demişler kendisine, başvuruyu böylece kabul etmemişler. Bunun üzerine Hacettepe Tıp Fakültesi götürür önerisini. Ordan da “bu bizi aşar” cevabını almış. İçindeki vatan hasreti büyük olduğu için dayanamayıp Başkent Üniversitesi’nde çalışmak özere ülkesine, yani Türkiye’ye dönmüş. Mikrobiyoloji kliniğinde görev almış. Dokuz ay dışkı tahlili ile görevini sınırlandırmışlar. Bakmış olacak gibi değil, Finlandiya’daki profesörü “sen orada ziyan oluyorsun” diyerek onu almaya gelince Türkiye’den bir kez daha ayrılmak zorunda kalmış.
Türkiye’den bir kişi hariç hiçbir Türk yetkili onun
başarısını kutlamamış. Yabancıların kendisine “Everest’in tepesine bayrak diken
kadın” gözüyle baktıklarını söyleyen bu değerli Türk Bilim kadını; “Nasıl oldu
bilmiyorum, İskandinav Tıp Ödülünü kazandığım zaman, Ziraat Bankası eski Genel
Müdürü bir tebrik kartı gönderdi; halâ saklarım” diye ekliyor. Uzun yıllar yetişmiş
beyin gücünün başka diyarlara göçmesinden yakındık. Peki onlar mı göçettiler,
biz mi onları kaçırttık ülkelerinden? Ne zaman sanatçısı, bilim insanı göçmek
zorunda kalmadığı ülke olacağız biz? Biz hiç kendi yağımız, kendi şekerimiz ve
kendi unumuz ile kendi helvamızı yapamayacak mıyız? Kaf dağının ardında mı
bütün bu istediklerimiz?
Yoksa sürgit “Bilim bizim neyimize” mi diyeceğiz.
Yayın Tarihi: 06.01.16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder