31 Ocak 2016 Pazar

BİLİM BİZİM NEYİMİZE...



Yurt dışına hiç çıkmadım. O yüzden ülke özlemek konusunda söyleyeceklerim önemli şeyler olamaz. Şehir dışına gezmekte dahil bir çok sebeple çıktım. En uzunu deprem zamanı 8,5 ay olanıydı. Onu uzunluk bakımından 1974’te zorunlu olarak yaptığım 2 aylık İstanbul gezisi izler. Bütün hepsi dahil ama en çok bu iki uzun süreli şehir dışı gezimde aklımda kalan her gördüğüm kişiyi yaşadığım şehirdeki bir kişiye benzetmemdi. Herkes ya ağzı, ya gözü, ya burnu, ya yürüşü, ya gülüşü, ya duruşuyla tanıdığım birilerine benziyordu. Düşünebiliyor musunuz, kendi dilimizle konuştuğumuz, yabancı bir ülkede değil gene ülkemizin en önemli şehirlerindeydim, ama tanıdığım insanları aklımda taşımış gittiğim yere götürmüşüm haberim yok! Gurbet böyle bir şey midir? Yabancı ülkelerde çalışanlar ve yaşayanlar için kim bilir daha ne kadardır gurbet?        

Bakın gurbet bazen mecburiyetten çekilir. Nedenini nasılını anlatarak zamanı boşa harcamayalım; kader böyle yol çizmişse paşa paşa uyulur, ne yapalım? Yalnız kim ne derse desin milli benlikler gurbette daha çok ortaya çıkar. Gurbette dahada önem kazanan bir milli kimlik başarıyla taçlanırsa övüncü o oranda büyük olur. Bugün sizlere böyle bir başarı hikâyesinden söz etmek istiyorum. Okuyunca ağlamakla gülmek arasında kalacaksınız. Büyük mizah yazarımız Aziz Nesin’lik bir hikâye bu.


Finlandiya’da doçentlik ünvanlı ilk yabancı olan Doç.Dr. Neva Çiftçioğlu bir Türk hanımefendisidir. Kireçlenmeye sebep olan ve nanobakteri adı verilen mikrobu bulan, buluşu nedeniyle dünyanın her yerinden davetler, ödüller alan Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu Türk Bilim kadını olarak 2,5 yıldan beri NASA’da (Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi) çalışıyor.

Kalp ve böbrek hastalıklarının daha kolay ve daha kesin teşhis edilmesini sağlayacak, patenti birkaç yüz milyon dolar değerinde önemli bir buluşu gelecek yıllarda açıklanacağı belirtiliyor. Gelgelelim Türkiye henüz onu tanımamış. Hiçbir yetkilimizden tek bir kutlama almamış. “Türklüğünden vazgeç, daha çok parla” diyerek ona akıl veren Bilim Dünyası insanlarına karşı “asla” diyerek direniyor ve Türklüğünden vazgeçmiyor.

Türklüğüyle övünen Nobel kimya ödüllü bilim insanımız Prof. Dr. Aziz Sancar’dan sonra Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu’da gurbette Türk kimliğinden taviz vermeyenlerden.. buna öyle çok ihtiyacımız varki.. bu iki bilim insanımız ülke hayatımıza iki anıt kimlik kabul edilmelidirler.

Finlandiya’da Türk olduğundan hiç söz edilmemiş. Bırakın Fin vatandaşı olmayı, vatandaşlık için başvurmamış bile. Fin’liler gene de onu  dünyaya Finli olarak tanıtmışlar. Finlandiya’da bir gazete Neva hanım NASA’da çalışmaya başladığında, “NASA’ya giren ilk Finli” başlığıyla çıkmış. Başarılı bilim insanları için 1996 yılında düzenlenen bir törene davet edilen bilim insanımız, tören sırasında Türk bayrağının altına gittiğinde onu Finlandiya bayrağının altına götürmüşler. Bu durum çok gücüne gitmiş.

Finlandiya Hükûmeti bilim dünyasına buluşunu açıklaması için onu 1996 yılında ABD’ye yollamış. New York’taki dünyanın en önemli ilk dört laboratuarından Cold Spring Harbor Laboratories’te bulmuş kendini. Aynı bakteriyi o dönemde Amerikalılar da Mars gezegeninde bulmuşlar. İki buluşla birlikte Astrobiyoloji Enstitüsü kurulmasına karar vermişler. Böylelikle ABD’de kurulan, bulduğu bakteriyle ilgili büyük bir firmanın da sahiplerinden biri olmuş. Firmanın Yönetim Kuruluyla İcra -üretim- Kurulu Aracı Müdürü (CEO’su) “senin Türk olman beni yordu” diyerek ABD vatandaşlığına geçmesini önerince, kısa ve öz; “ASLA” cevabını vermiş. Bugün diyor ki; “Ben milliyetçi olduğumu bilmezdim, ama dışarıda kalınca insan ülkesinde kızdığı şeyleri bile özler hale geliyor.” Bu duruma Amerikalılar şaşırıyorlar. “Sana hiç kimse sahip çıkmıyor, sen neden Türk olmakta ısrar ediyorsun?” diyorlar.

Ankara Tıp Fakültesi’nde asistanlık yapmış. Asistanlığında doktorasını bitireceği sırada hocalarına sunduğu ve aynı zamanda bölüm başkanı olan hocasının herkesin gözü önünde çöpe attığı Astım hastalığı hakkında bir tez hazırlamış. Neva hanımın çöpe atılan tezi daha sonra tıp dünyasının üç büyük bilimsel dergisinden birinde yayınlanmış. İşte bu yüzden
-Ankara ona doçentliğini vermediği için- Finlandiya’da doçentlik ünvanı alan ilk yabancı olmuş.

Bakteri çalışmaları sırasında Finlandiya’dan kesin dönüş yapmak için Bilkent Üniversitesi’ne başvurmuş. Rektöre ve Genetik Bölümüne “gelin bunu birlikte yapalım, patenti Türkiye’ye ait olsun” demiş bu başvurusunda. Yazılı cevapla “siz galiba iş arıyorsunuz” demişler kendisine, başvuruyu böylece kabul etmemişler. Bunun üzerine Hacettepe Tıp Fakültesi götürür önerisini. Ordan da “bu bizi aşar” cevabını almış. İçindeki vatan hasreti büyük olduğu için dayanamayıp Başkent Üniversitesi’nde çalışmak özere ülkesine, yani Türkiye’ye dönmüş. Mikrobiyoloji kliniğinde görev almış. Dokuz ay dışkı tahlili ile görevini sınırlandırmışlar. Bakmış olacak gibi değil, Finlandiya’daki profesörü “sen orada ziyan oluyorsun” diyerek onu almaya gelince Türkiye’den bir kez daha ayrılmak zorunda kalmış.

Türkiye’den bir kişi hariç hiçbir Türk yetkili onun başarısını kutlamamış. Yabancıların kendisine “Everest’in tepesine bayrak diken kadın” gözüyle baktıklarını söyleyen bu değerli Türk Bilim kadını; “Nasıl oldu bilmiyorum, İskandinav Tıp Ödülünü kazandığım zaman, Ziraat Bankası eski Genel Müdürü bir tebrik kartı gönderdi; halâ saklarım” diye ekliyor. Uzun yıllar yetişmiş beyin gücünün başka diyarlara göçmesinden yakındık. Peki onlar mı göçettiler, biz mi onları kaçırttık ülkelerinden? Ne zaman sanatçısı, bilim insanı göçmek zorunda kalmadığı ülke olacağız biz? Biz hiç kendi yağımız, kendi şekerimiz ve kendi unumuz ile kendi helvamızı yapamayacak mıyız? Kaf dağının ardında mı bütün bu istediklerimiz?  
Yoksa sürgit “Bilim bizim neyimize” mi diyeceğiz.



Yayın Tarihi: 06.01.16

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder