31 Ocak 2016 Pazar

İNSAN BİLİNMEZ DENKLEMDİR

İnsanoğlu hem kolay anlaşılır, hem hiç anlaşılmaz yanları nedeniyle garip varlıktır. Birini çözdüm derken bir başkası yeni bir soru ve yeni bir sorun olarak karşımıza çıkar. Böyle böyle yeryüzünde 7,5 milyar insan var. Her biri ayrı bir evren.. öyle çok uzağa gitmeye gerek yok; kendimize bakmamız yeter. Kendine şaşmayan insan var mıdır? Yıllarca aynı çizgide kalabilen kaç kişidir?

Asıl karakterde değişim uzun sürelidir. İnsan davranışlarındaysa birkaç nesildir belki de. Değişmeyen bir şey varsa insanın doğa karşısında ki zayıflığıdır. Bugün insanı uzaya taşıyan merak güdüsü kadar zayıf oluşudur. İnsan zayıf olmasaydı alet icat edip, icadını geliştiremezdi. İlk aleti de bıçağıdır. Kendinden güçlü canlılarla ancak bıçağıyla başa çıkabilmiştir. Kimi zaman canını korurken, kimi zaman karnını doyururken bıçağını kullanmıştır.

Sonra ateşi, sonra tekeri bulunca bu çağa gelinmiştir. İşte ilk konformist insan bıçak icat eden insandır. Konforun sözlük anlamı ihtiyaç duyulan şeyi el altında, yanı başında bulmaktır. Her bulduğu yeni bir ihtiyacı doğurunca teknolojik gelişme hız kazanarak bugüne kadar gelmiştir. Bıçağı icat eden ilk insanoğluna sorulsaydı buradan nerelere kadar gideceğini kendisi bile bilemezdi.

On binlerce yıldır var olduğu söylenen insanlığın bu gelişmesi şaşırtıcıdır ama insanlık serüveni içinde son dönemlerinin hızı hariç son derece yavaş ve bir o kadarda çilelidir. Onca terin, onca gözyaşının eseriyle gelen insanlık vardığı noktadan aynı çileleri olmasada başkalaşan sorunlarla ama aynı kaygılarla aynı derecede ter ve göz yaşıyla ileriye, geleceğe gidiyor.

Örnek gerekirse eski üretim biçimlerine bağlı olarak devlet biçimlerine bakmak yeterlidir. Eski üretim biçimleri önceleri tarıma dayalıydı. Devlet vatandaşlarını dış tehlikelere karşı koruyan, kendine memur yetiştirecek kadar eğitim veren, sağlık, yaşlılık konusunda güvencesi olmayan bir örgütlenme yapısına sahipti. Krallıklardan cumhuriyete geçişle birlikte yönetim erki geniş kitlelere ulaşmış, devlet zorunlu biçim değişikliğine gitmişti.

İnsanlık için mi, tek bir insan için mi, yoksa belli bir zümre için mi olduğu konusunda her türlü söze açık yeni yapılaşmayla birlikte (ihtiyaçlar yaratılıp bireyin farkına varması imkânsız yeni tip esaretin oluşturulduğunu kentleşme örneklerine, yiyecek içeceğe, giyim kuşama, araç ve eşya kullanımından seyahat örneklerine kadar tek tipliliğe gidişi görmemek için kör olmak gerek) insanın rahatının arttırıldığını söylemek mümkün.

Uzaktan kumandalı televizyonlar, klimalar, araç kapıları; sesle açılan tuşsuz telefonlar, kendi kendine açılan kolsuz ve sürmeli bina kapıları, kendi kendini ısıtan konutlar, yemeği saati gelince pişiren fırınlar...

Eskiden bir kente uzaktan bakıldığında yaz kış ocaklarında tüten dumandan o evde yemek yapıldığı, kışsa o evin sıcak olduğu anlaşılırdı. Şimdi kentler duygusuz taş duvarlarıdır. Işıl ışıl kentler göz kamaştırır ama duygudan uzaktır artık. O ışıklar kimseyi ısıtmaz. Şairin kenti kuşlarla birlikte bir bilinmeze gitti. George Orwell’in 1984 romanındaki gibi insanların beyinleri de kalpleri de kendisinin değildir artık. Bunun için aşkları tenle karıştırıyorlar. Bir sevişmeyle aşk biter mi? Kadını ve erkeği çiçekten çiçeğe konmayı hem ruhsal, hem bedensel sağlık olarak algılıyorsa aşk zaten bitmiştir.

İnsan kendi eserinin kurbanı mı olacaktır yoksa?
   

Yayın Tarihi: 25.01.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder