Asıl karakterde değişim uzun sürelidir. İnsan
davranışlarındaysa birkaç nesildir belki de. Değişmeyen bir şey varsa insanın
doğa karşısında ki zayıflığıdır. Bugün insanı uzaya taşıyan merak güdüsü kadar
zayıf oluşudur. İnsan zayıf olmasaydı alet icat edip, icadını geliştiremezdi.
İlk aleti de bıçağıdır. Kendinden güçlü canlılarla ancak bıçağıyla başa
çıkabilmiştir. Kimi zaman canını korurken, kimi zaman karnını doyururken
bıçağını kullanmıştır.
Sonra ateşi, sonra tekeri bulunca bu çağa gelinmiştir. İşte
ilk konformist insan bıçak icat eden insandır. Konforun sözlük anlamı ihtiyaç
duyulan şeyi el altında, yanı başında bulmaktır. Her bulduğu yeni bir ihtiyacı
doğurunca teknolojik gelişme hız kazanarak bugüne kadar gelmiştir. Bıçağı icat
eden ilk insanoğluna sorulsaydı buradan nerelere kadar gideceğini kendisi bile
bilemezdi.
On binlerce yıldır var olduğu söylenen insanlığın bu
gelişmesi şaşırtıcıdır ama insanlık serüveni içinde son dönemlerinin hızı hariç
son derece yavaş ve bir o kadarda çilelidir. Onca terin, onca gözyaşının
eseriyle gelen insanlık vardığı noktadan aynı çileleri olmasada başkalaşan
sorunlarla ama aynı kaygılarla aynı derecede ter ve göz yaşıyla ileriye,
geleceğe gidiyor.
Örnek gerekirse eski üretim biçimlerine bağlı olarak devlet
biçimlerine bakmak yeterlidir. Eski üretim biçimleri önceleri tarıma dayalıydı.
Devlet vatandaşlarını dış tehlikelere karşı koruyan, kendine memur yetiştirecek
kadar eğitim veren, sağlık, yaşlılık konusunda güvencesi olmayan bir örgütlenme
yapısına sahipti. Krallıklardan cumhuriyete geçişle birlikte yönetim erki geniş
kitlelere ulaşmış, devlet zorunlu biçim değişikliğine gitmişti.
İnsanlık için mi, tek bir insan için mi, yoksa belli bir
zümre için mi olduğu konusunda her türlü söze açık yeni yapılaşmayla birlikte
(ihtiyaçlar yaratılıp bireyin farkına varması imkânsız yeni tip esaretin
oluşturulduğunu kentleşme örneklerine, yiyecek içeceğe, giyim kuşama, araç ve
eşya kullanımından seyahat örneklerine kadar tek tipliliğe gidişi görmemek için
kör olmak gerek) insanın rahatının arttırıldığını söylemek mümkün.
Uzaktan kumandalı televizyonlar, klimalar, araç kapıları;
sesle açılan tuşsuz telefonlar, kendi kendine açılan kolsuz ve sürmeli bina
kapıları, kendi kendini ısıtan konutlar, yemeği saati gelince pişiren fırınlar...
Eskiden bir kente uzaktan bakıldığında yaz kış ocaklarında
tüten dumandan o evde yemek yapıldığı, kışsa o evin sıcak olduğu anlaşılırdı.
Şimdi kentler duygusuz taş duvarlarıdır. Işıl ışıl kentler göz kamaştırır ama
duygudan uzaktır artık. O ışıklar kimseyi ısıtmaz. Şairin kenti kuşlarla
birlikte bir bilinmeze gitti. George Orwell’in 1984 romanındaki gibi insanların
beyinleri de kalpleri de kendisinin değildir artık. Bunun için aşkları tenle
karıştırıyorlar. Bir sevişmeyle aşk biter mi? Kadını ve erkeği çiçekten çiçeğe
konmayı hem ruhsal, hem bedensel sağlık olarak algılıyorsa aşk zaten bitmiştir.
İnsan kendi eserinin kurbanı mı olacaktır yoksa?
Yayın Tarihi: 25.01.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder