Geçen zamanlara bakıp geçirdiğimiz değişimden korkar oldum.
Teknolojik gelişmeye karşı değilim elbette, ama (biz yapmadığımız halde)
ödediğimiz bedel çok büyük. İnsanlığımızdan, onurumuzdan, özgürlüğümüzden
ödüyoruz ve bunun farkında değiliz. İstiklal savaşı yapmış, yerin altında
kefensiz yatan kahramanların biz torunlarına kaçış yok, kıskıvrak yakalandık.
Bu konuda modernliğe uyumluluk adına herkes yaptıklarından sorumlu ve suçludur.
Bir moda halinde esen rüzgâra önce aç gözlü anneler, ardından modern erkek
görünümlü babalar kapıldılar. Modernlik adı altında ailelerde ast üst ilişkisi
kalmadı. Çocuklar general, anne-babalar emir eri oldular. Oysa (Amerikalı
sinema yönetmeni ve oyucusu, son döneminde karakteristik sesiyle söylediği
parçayla tekrar gündeme oturan) Orson Welles’in şu şarkısı sizce önemsiz midir?
“I know what it is to be young.”
İngilizcesi şöyle:
I know what it is to be young / But you don't know what it is to be old / Someday you'll be saying the same thing.
*
I know what it is to be young / But you don't know what it is to be old / Someday you'll be saying the same thing.
*
Anlamıda şöyle:
Ben genç olmanın ne olduğunu biliyorum / Fakat sen
yaşlılığın ne olduğunu bilmezsin / Bir gün, sende aynı şeyleri söylüyor
olacaksın.
*
Evet bir gün herkes aynı şeyleri söyler oluyor ama iş işten
geçtikten sonra.. şimdide iş işten geçiyor nerdeyse, hatta büyük şehirlerde
geçti bile.
Nerden bunu anlıyoruz; gençlerin tavırlarından, büyükleri
makaraya sarmalarından.
İşte örnek:
50 - 60 - 70 -80'
li yıllarda mı büyüdün? Nasıl oldu da hayatta kalmayı başardın?
50 - 60 - 70 -
O zamanlar belki veremden ölüyorduk, ama kanser bu kadar
yaygın değildi, tarım ürünleri hormonla tanışmamış, genetikleri
değiştirilmemişti. Sanayi atıkları havaya, suya, toprağa karışmamıştı.
Yediklerimizin, içtiklerimizin kendine özgü koku ve tatları vardı.
* Arabaların emniyet kemeri, kafalıkları ve kesinlikle hava
yastıkları yoktu. Ama yollarda bu kadar kalabalık değildi. Nüfusa bağlı olarak
araba sayısı artmıyordu. Her meslek gibi şoförlüğünde bir saygınlığı vardı, en
azından ayağa düşürülmemişti.
* Arka koltuk tehlikeli değil de eğlenceliydi. Evin
salonunda seyahat ediyorduk sanki. Kardeş çekişmeleri ile neşe dolardı içerisi.
Şimdiki gibi her kulakta bir kulaklık, uyku getiren bir sessizlik kaplamazdı
ortalığı.
* Bebek yatakları ve oyuncaklar renkliydi. Ya da en azından
kurşunlu, muhtelif zehirli maddeler ile boyanmıştı. Ama bebekler anneye
bakarlar, ay gibi yüzleriyle gülümserlerdi o arabalarda. Anneler çocuklarını vapura
binerken denize, kaldırıma biner veya kaldırımdan inerken yola düşürmezlerdi.
40
* Prizlerin, araba kapılarının, ilaç şişelerin ve kimyasal
ev temizleyicilerinin üzerinde çocuk kilitleri yoktu... belki bu yüzden kolay
ölüyorduk. Ama Çin yapımı ucuz işçilik ürünleri piyasaya girmemiş, bu yüzden
yapay kumaşlardan ve kanserojen boyalarla boyanmış elbiseler henüz giymiyorduk.
* Kasksız bisiklete biniliyordu. En fazla bir ağaca
çarpılırdı. Yollarda caddelerde arabadan çok ağaçlar vardı.
* Steril su şişelerinden değil de bahçe hortumundan yada
muhtelif başka kaynaklardan su içiliyordu... tek şartı terli olmamaktı. Suyu
kimden isteseniz bedava verirdi.
* Oyun oynamaya çıkmanın tek şartı hava kararmadan önce eve
dönmekti. Eve dönüp akşam yemeğini yedikten sonra (kimi zaman yemeği
bekleyemeden) yorgunluktan uyur, şimdiki gibi sabahlara kadar faltaşı gözlerle
geceyi bitirmez, gün ışıyanca yatağa girmezdik.
* Cep telefonu yoktu ve hiç kimse nerelerde gezdiğimizi bilmiyordu. İnanılmaz... şimdi kim olursanız olun nerde olduğunuza, kimle olduğunuza, ne yaptığınıza kadar her şey biliniyor. Bu artık kul ile Allah arasında olmaktan çıktı.
* Okul öğlen bitiyordu... Ve öğlen yemeği için evimize
geliyorduk. Sınıflar kalabalıktı gene, öğrenciler gene haytaydı, ama dostluk
arkadaşlık çok değerliydi. Hiç kimse, eviyle okulu arasındaki 100 metreyi
servis aracıyla katetmiyordu.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 05.08.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder