Bütün gün oynamaktan ne çok yorulurduk. Sabah demez akşam
demez kendimizi dışarı atardık. Oyunlara dalar, kendimizden geçer,
acıktığımızı, susadığımızı fark edemezdik. Annemizde peşimizde koşmaktan, bize
yaşanabilir alanlar oluşturmaktan yorulurdu. Ne leziz yemekler yaparlardı
birde. O leziz yemekleri bile oyun oynamaktan unuturduk. Hayat bugün o yorgun
annenin “çocuklar, hadi yemeğe” diyen sesidir çoğumuz için.
Yüreğinde sevgi taşıyanın etekleri zil çalar. Dünya başka türlü görünür her sevenin gözünde. Sanki her kuş onun için öter, her çiçek onun için açar. Rüzgârın önünde mutlu hafif yaprak gibidir. Her esişinde yerden ayakları kesilir. Zaten uçar gibi yürür. Bu sevgiliye duyulan sevgidir, ya diğer sevdiklerimiz, diğer canlılara duyulan sevgi.. birde bunun tersi var; sevilmek! Sevdiğimiz tarafından sevilmek! İşte o aranan kan, beklenen yolcu gibidir. Ölüm bile vız gelir sevene, sevilene. Çünkü hayat sevmek ve sevilmekle anlam kazanır. Yani Sevmektir, sevilmek; sevilmektir sevmek!
Gerçeklik hiçbir süsü barındırmaz içinde. Bazen acıtarak kendini ortaya koyar. Dayanmak zordur böyle gerçeğe. Çoğu insan gerçeklerden bu yüzden kaçar. Gerçekliğin en belirgin yanı gündelik hayatın gerekleridir. Hem acıtır, hem yorar. İş güç sahibi olmadan bu hayatı kurmak mümkün değil. Bunun için uzun bir eğitim hayatı bile gerekebilir. Hatta bir iş sahibi, bir meslek erbabı olduktan sonra bile yenilikleri takip etmek gerekir. Bu bile bir eğitimdir. Gelinde bu sıkıcı çabanın içinde olun. Oysa hayal dünyamız “imkânsız” deyimine kulak asmadığı için sınırsızdır. İşte bundan dolayıdır ki hayatın anlamı hayal kurabilmekte, hayalleri gerçek olana tercih etmekte gizlidir.
Kimi yemek yemek için yaşar, kimi yaşamak için yer. Hiçbir yemeği beğenmeyen iştahsız çok az insan vardır herhalde. Ama yiyeceği yemeği düşünüp ağzının suları akan insanlar az değildir. Kokusu üstünde, sıcak bir kış yemeği kışın kimin hayalleri süslemez ki.. hele bu annemizin çok sevdiğimiz yemeklerinden biriyse. Yemeklere düşkünlüğümüzden midir bilmiyorum, her fırsatta yemekli toplantılar düzenleriz. Düğünde de cenazede de konuklarımıza yemek yediririz. Allah herkese düğün yemekleri yemeyi nasip etsin. Sofrada oturma düzenimiz bile vardı eskiden. Mutlaka yaşlılar, aile büyükleri en baş köşede oturtulur, yemeğin en güzel, en lezzetli olduğu düşünülen kısımları onlara verilirdi. Yemek yemeye meraklı olmayanlar sofranın arka taraflarını seçerlerdi. Peki bunun tersi söz konusu olabilir miydi? İşte asıl mesele burada. Bence hayatın anlamı yemek masasında yiyeceklere en uzak köşeyi tercih edebilmekte de yatar.
Her şeyin özgün (orijinal) hali zamanla bozulur. Zamana direnebilen, eskimeyen hiçbir şey yoktur. Bu eskimeyi gizlemek, yada geciktirmek için boya yapmakta buluruz çareyi. İnsandan eşyaya kadar boyanmayan çok az şey kaldı. Bunun için bile bir sanayi kurmuş ve bir ekonomi oluşturmuşuz. Boya (kozmetik ürünlerde dahil) markalarının çokluğuna bakar mısınız? Eskiden daha çok temizlik amacını taşıyan boyama işi artık zevk meselesi durumundadır. Sunum çok olunca seçim de keyfi oluyor tabii. Ayakkabı boyamaktır hayat, boyarken her tarafını lekelemektir. Hayatın anlamı eldeki fırçanın ucundadır.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 14.08.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder