Üç yıl önce yazdığım bir yazıyı bugün tekrar veriyorum.
Sonunda yazıyı konu edinerek söyleyeceklerim var.
*
Büyüklerimizden duymuştum; “evlere şenlik” derler ve bir
ölüm haberi verirlerdi. Bu çelişkili cümleye önceleri anlam veremezdim. Yıllar
sonra ölüm haberleri dinleyen kişiye iyi dilek dileyerek verildiğini öğrendim.
Evet “evlere şenlik” dün bir arkadaşımın babası öldü. Arkadaşım bir engelli.
Annesini yedi yıl önce kaybetmişti. Şimdi işte arkadaşım yapayalnız kaldı. Biri
kız biri erkek iki kardeşi var; iki düşman. Onu daha çok üzeceklerinden
korkuyorum.
Otuz yedi yaşındaki arkadaşımı ondört yaşındayken erkek
kardeşi silahla yanlışlıkla vurmuş. Ben tanıdığımda tedavi süreci bitmiş,
hayata yeni durumuyla tutunmaya çalışıyordu. Çok mazbut, çok terbiyeli, eli
yüzü düzgün, kibar ve birazda mahcuptu. Öyle her lafa atılmaz, sormadan pek
konuşmazdı. Göreni mutlaka etkileyen bir yapısı vardı. Derneğin hepimiz kadar
onunda gelişmiş birey olmasında katkısı oldu.
Annesi rahmetli üzerine titrerdi. Her türlü etkinlikte onu
yalnız bırakmazdı. Allah için arkadaşım da pek mahirdi. Resim yapma yeteneği
vardı. Daha sonra bunu gravüre çevirerek gravür sanatçısı olmuştu. Ama sanat
yeterince kazanç sağlamıyordu. Annesinin ölümünün ardından bir sürü iş baş
vurusunda bulunmuştu. Başvurular arasında Şeker Fabrikasıda vardı, sonunda ona
girmeyi başardı.
Babası bir kere pazaryeri buluşmamızda oğlunun kendi
parasını kazanmasına çok sevindiğini söylemişti. “O genç, parasıyla ne isterse
yapsın”.. demişti. Bir iki hafta sonrada babasının düşüp boynunu
kırdığını öğrendim. Yatalak olmuştu.. babasına bir bakıcı kadın tutmak için az
uğraşmadı. Devlet bu iki sakata yardım edeceğine köstek oluyordu. Bir hakimle
kurduğu temasta hakim bey “senin sorunun beni ilgilendirmez ne halin
varsa gör” demişti. Gördü: bir bakıcı bulup babasına hizmet verilmesini
sağlamıştı. Devlete sırtını dayamadan kendi imkânlarıyla bakıcı ücretini ödedi.
Oysa devlet engellisine, malülüne, yaşlısına kim sorarsa sahip çıkıyordu.
Yaşamdan yılmıştı. Onun için yaşamak bir mecburiyetti. Oysa
kendine özgü düşüncelerle yaşam onun içinde güzel şeydi. Sonradan engelli olmak
kolay şey değildir. Gezer koşarken birden bire durmak insan psikolojisinde
büyük yıkımlara yol açar. Kendine güveniyle bunu aşmıştı.
Babası sakatlanıp yatağa düşmeden önce okçuluk sporuna
başladı. Milli olacak düzeye kadar geldi. Ülke içinde çeşitli dereceleri var.
Otomobil sürme merakını eskiden beri bilirim. Bir yarışmada geçirdiği kazayla
ölen Brezilyalı ünlü yarışçı Anton Senna’yı çok beğenirdi. Tek hayali
karada 250 km üstünde sürat yaptığını görmek. İsterse ölüm bu süratin
ucunda olsun, fark etmezdi. Almanya’dan engellilere otomobil getirerek ticaret
yapan dernek aracılığıyla tanıdığımız birinden wolksvagen passat 2 kapılı
getirtip satın aldı. Daha önce ehliyet almıştı, yol tecrübesi yoktu sadece. Onu
3 günde aştı. Yurt içindeki okçuluk yarışmalarına otomobiliyle gidip gelmeye
başladı. Tekerlekli sandalyesinin tekerlekleri portatif. Arabasına binerken
onları çıkarıyor, tekerlek ve arabasının gövdesini katlayarak arka koltuğa
koyuyor, ineceği zaman bunları teker teker çıkarıp tekerlekli sandalyeyi
kuruyor öyle iniyor. Kol kasları epey güçlü. Ben onun yaptıklarını yapamam.
Allah bana ayakta durma şansı vermiş, ona kol gücü.
Herkesin engelliliği farklı farklı. Hiç kimseninki aynı
değil. Hatta aynı tıbbi tanımla tanınan engelliler bile birbirinden derece olarak
mutlaka farklıdır. Buda halkın ilgisini çekiyor tabii. Ondan sonra gelsin
sorular..
Biz engelliler çok densiz sorulara muhatap oluyoruz. Mesela
bana gusül abdesti bilip bilmediğimi soranda çıkmıştı, cinsel yönümü soranda..
bir keresinde trafik kazasıyla ayağını kaybetmiş, proteziyle yürürken görseniz
engelli diyemeyeceğiniz birisi yazıya konu olan arkadaşıma tuvalet durumunu
sordu, sondayla idrar sorununu aştığını öğrenince işi azıttı büyük abdestide
sordu. Sorarken bende ordaydım. Kulaklarıma inanamadım ve çileden çıktım. Bir
insanın özeli kimi ne kadar ilgilendirmeli? “Ben şikâyet etmedikçe benim
çektiklerimden size ne? Bu arkadaşımızı bu kadar rencide etmeye kimin hakkı
olabilir?” dedim. Pişkince “öğrenelim yahu, günün birinde belki lazım olur” dedi.
Sanki hayatlar başka hayatlara eklenebilirmiş gibi. Oysa az önce dediğim gibi
“herkesin engelliliği farklı” . Aynı engelli türlerinde bile bir durum bir
diğerine uymaz.
Her insan gibi engellide aşık olur. Bu arkadaşımda oldu.
Hemde hiç özrü olmayan birine. Görünüşte hanımefendi kızımızda arkadaşıma
aşıktı. Ben inanmadım. Ne kadar yakışıklı olursa olsun gelecek sunma ümidi
olmayan biriyle yaşamak kolay iş değildir. Heyecanlar geçip duygular
azaldığında gerçek ortaya çıkar. Yanılmamışım; hanımefendi küçük bir çevreden
büyüyen bir kente kaçış aracı olarak arkadaşımı kullanacaktı. Bir başkası ise
olayın cinsel boyutunu merak etti. Göğsünden aşağısı duymayan arkadaşıma çok
lazımmış gibi ereksiyon halini sormuş. Bunu duyduğumda kan beynime çıktı.
Ortalık yerde o da duysun diye yüksek sesle “şu gönüllü kurtarıcılardan
kurtulsak kesin kurtuluruz da, bu kurtarıcıları nasıl kurtarmalı” dedim. O da
pişkin çıktı. Toplum dayanışması diye bir şeyler geveledi durdu.
İşte bu evrelerden geçen arkadaşım şimdi yapayalnız kaldı.
Bir keresinde kendisinin iş saatlerinin 8 saat görünmesine rağmen “sabah kalkıp
akşam yatana kadar geçen sürede en az 15 saat oturmak zorunda kalıyorum”
demişti. “Artık kalça kemiklerim şekil değiştirdi. Kalçamda çıkan yaralar zor
iyileşiyor. Pazar bende, market bende. Fatura ödemeler bende. Akşama eve
girdiğimde babam beni bekliyor oluyor. Evelden bana yardım eden adam gözlerimin
içine bakarak gözleriyle yardım istiyor. Bir iki söz edelim diyorum bakmışsın
uyku saatini geçmişsin. Hiç yardımcım yok! Bütün yükü tek başıma kaldırmaktan
çok yoruldum” diye eklemişti.
Bugün (yazıyı bir gün önce yazdım, bu satırları siz okurken
dün toprağa verilmiş olacak.) babasını toprağa vereceğiz. Hayat o zaman
arkadaşım için dahada zor olacak. Yalnızlık zor şey çünkü. Paylaşılmaz.
*
O engelli arkadaşım geçen üç yılda kardeşleriyle barıştı. En
azından kapısını açacak birileri var artık. Ama hayatın yükü tek başına
omuzlarında. Çalışmaya gücü daha fazla yetmedi. Sürekli oturmaktan omuriliğe
binen yükün artması, ayrıca kalçalardaki açılan yaraların geçmemesi nedeniyle
işten çıktı. Babasından bağlanan SSK maaşıyla hayata tutunmaya çalışıyor.
Yalnızlık derdi sürüyor tabii. Engellinin bence en büyük sorunu yalnızlıktır.
Ne kadar mahir olursanız olun, ne yemekler yapmayı bilirseniz bilin, değil
yemek yemek, içtiğiniz bir bardak çayın bile yalnız başına içildiğinde tadı
yok. Sofralar kalabalıkla güzel.
Devlet ve toplum ne verirse versin, yalnızlık
giderilmedikten sonra hayatın tadı olmaz. Yalnızlık konusu engellilerin
şanssızlığıdır. Ayrıca sözü edilmesi gereken bir konudur. Yaşlılıkta binince bu
normal insanla kıyaslanmayacak kadar ağır sorunlar getirir işin doğrusu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder