31 Ağustos 2015 Pazartesi

İNSAN YERİNE KOYULMA 2

Nerde kalmıştık? “Çağdaş devletin gereklerini, alış verişin baş ağrıtmayanını 25 senedir biliyoruz. Yani daha çok yeniyiz. Batının 100-150 senede oturttuğu standartları biz yeni yeni tanıyor ve oturtuyoruz. Henüz talep eder toplum olmadık. Sadece şikâyet etmeyi biliyoruz. Oysa müşteri olduğumuzu bilsek bir çok şeyi çözmüş, resmi yada gayrı resmi bir çok kurum ve kuruluşu buna dikkat eder hale getirmiş olurduk. Böyle bir toplumda sadece Allaha kulluk edilirdi. Kimse kimseye yaltaklanamaz, kimsede totaliterliğe özenemezdi. Neyse; yazımıza dönelim.” demiş ve devamını bugüne bırakmıştık. Devam edelim. 

*

Ben herkesin insan olduğunu ve herkese aynı muamelenin yapılması icap ettiğini Avustralya'da öğrendim. Bir tek gün kimse hakkımı yemedi, kuyrukta önüme geçmedi, trafikte açıkgözlük yapmadı, avanta istemedi...

Kızım yeni bir mektebe başlamıştı 'Gel çarşıya çıkıp eksiklerini alalım' dedim. 'Lüzum yok' dedi, 'Her şeyi okuldan verdiler'
Bir gün aynı mektepten bir mektup geldi 'Bazı talebelerin, öğle yemeği olarak pahalı gıda maddeleri getirdiklerini fark ettik. Lütfen çocuğunuzun yanına sadece, bütün ailelerin çocuklarına alabilecekleri şeyler verin. Bu yaşta çocukların arkadaşlarına imrenmesi kötü bir şeydir'

*
Gene araya giriyorum.
Eskiden annelerimiz sokakta yemek üzere elimize bir şey vermezdi. Aynı sebepten; “çocukların canı çekmesin” diye içerde, olmazsa kuytu bir kenarda yememiz önerilirdi. Şimdide bu güzel düşüncede anneler vardır sanırım. Sadece çocuklarla kalmazdı bu. Hastalar, yaşlılar, bebek bekleyen anne adayları da gözetilirdi. Hızlı tüketim çağında bu nerdeyse yok oluyor. Küçük kasabaların dışında böyle güzel alışkanlıklar neredeyse kalmadı. Nerdeyse bir mahalleyi, irice bir köyü içinde barındıran apartmanlarda oturanlardan bunu beklemek haksızlık olmaz mı? Olmaz, bu özelliğimizi yitirmek istemiyorsak olmaz! Yitiriyor muyuz? Evet! Nerden belli? Facebook’taki yemek paylaşımlarından, televizyonlardaki yemek programlarından. Üzüm üzüme baka baka kararır. Birbirimizden göre göre neleri normal sayar olmadık ki?

Yazımıza dönelim.

*

Annem bizi ziyarete geldi. Meydana karşılamaya gittik, bekliyoruz, arada gümrüğün kapısı açılıyor ve annemi oradaki bir memur ile konuşurken görüyorum. İngilizce bilmeyen annemin sohbeti bir türlü bitmiyor. Dikkat ettim annemin elinde bir portakal var. Nihayet annem çıktı ve iş anlaşıldı. Kıtayı mikroplardan korumak için Avustralya'ya herhangi bir gıda maddesi sokmak yasak. Annem uçaktan bir portakal alıp çantasına koymuş. Adam onu görünce, hemen elinden alıp çöpe atacağına, büyük bir sabır ile Avustralya'nın neden bu kaideyi uyguladığını anlatıyor ve 'Bu size karşı yapılmış bir hareket değildir, hepimizin sağlığı için alınan bir tedbirdir filan diyor'

Melbourne'da ve Avustralya'nın hemen hemen tamamında deniz kenarında bina yoktur. Memleketi bir yol çevreler. Kıyılar herkesindir. 5-10 kilometrede bir, denize girmek, piknik yapmak için tuvalet, duş, elektrikli mangal ve soyunma odaları gibi bedava tesisler vardır. Yalnız elektrikli mangalı çalıştırabilmek için para atmak lazımdır.

*
Bir kere daha araya giriyorum. Girmezsem çatlarım.
Kıyıları, dere yataklarını, ormanları yağmalayan bir sistemde masal gibi uygulamalar değil mi bunlar? İnanması güç, masallarda olmasa bile filmlerde, romanlarda yer alan şeyler gibi gelmiyor mu sizlere? Büyükşehir yasasıyla Büyükşehir belediyelerine tanınan yetkiyle ormanlık alan, ekim alanı imara açık alanlara kolayca dönüşebilir. Köyler bile mahalle oldu baksanıza.



DEVAM EDECEK

Yayın Tarihi26.08.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder