Yollar araç ve yaya kullanımına uygun hale getirilerek
bölümlere ayrılmış biçimde ne zamandır kullanılıyor bilmiyorum. Araç ve insan
sayısının artışında bunun payı büyük elbette. Araç ve insan sayısının artması
şehirleşmeyi, şehirleşmede kuralları doğurdu. Şehirleşme böyle bir şey. Her şey
paket gibi düzenli olmak zorunda. Şehir yollarında yürümenin kuralları var.
Aklınıza eseni yapamazsınız. Başkasının güvenliğini, huzurunu bozacak şekilde
davranamazsınız. Trafikten cezayı yersiniz. Eskiden böylemiydi ya.. insan ve
hayvan aynı yolu aynı anda kullanabiliyordu. Şehirleşmeyle birlikte kendimize
yaşam alanlarını yaparken diğer canlıların yaşam alanlarını bozduk. Biz
bozmadan önce hayvanlarında kendine has yolları vardı. Karınca yolu gördünüz mü
hiç? Kirpinin yada, yada tavşanın... yılanlarında bir yolu vardı,
köstebeklerinde.. örnekleri çoğaltmak mümkün. Şunu söylemekle yetineceğim.
Denizde de havada da, hiçbir canlıya yol bırakmadık. Biz aslında kendimize de
yol bırakmadık. Klimalı konserve kutularına bıraktık yolları. Aslında hayatın
anlamı bu konserve kutularına karşı kaldırımlarda yürümek yerine güvenlik
şeridini tercih etmekte yatıyor.
Konserve kutularının çok çeşidi var. Kimi yük taşıyor, kimi insan. Kimi az kişi taşıyor, kimi çok kişi. Kimi havada uçuyor, kimi denizde yüzüyor. Biz uçamayıp yüzemediğimiz, mesela uzun soluklu yüzüp bir transatlantikle burun buruna gelemediğimiz, yada yüzmenin onda biri kadarını uçamadığımız için sadece karadaki konserve kutularıyla boğuşuyoruz. Bazen bunu aşırıya vardırarak şehirlerarası yollarda da aynı şekilde davranmaya çalışıyoruz. Hayatın anlamını “Üst geçit kullanmamak, arabalara meydan okumak”ta gören çook!…
Her şeyin başı olduğu gibi birde sonu var. Bazı şeylerin ne olduğunu sonuna gelmeden anlamayabiliyoruz. Tıpkı bir filmin sonunu görmeden konusunu ve/veya mesajını anlamamak gibi. Kaderde böyledir. Yaşananların toplamına kader diyorsak hayatta böyledir. Ordan bir anlam çıkarmak uzağı gören biri olsak bile mümkün değildir. Bunun için Hayat, onun hayat olduğunu sonuna geldiğinde anlamaktır.
Gene her şey bir döngüdür. Her şey kendini eksiltir, tamamlar. Yeni başlangıç olarak görülen fidan bile tohumun içinde vardı. Tohumda fidanın içinde var. Biz mekân değişikliğini son olarak algıladığımız için devamla ilgili her hareketi başlangıç olarak görüyoruz. Sonsuz sarmalı bilerek hayata baksak “yeni bir başlangıcının olmadığını görmek...” mümkün olacaktı.
İster evlenirken olsun, ister mal veya mülk satın alırken olsun bir kâğıda imza atarız. Hiç düşündünüz mü, bu imza dünyadaki her şeyden değerlidir. Hiçbir değerli taş bir imzanın yerini tutmaz. Hiçbir şart bir imzanın fiyatını belirleyemez. Bir imzayla can alınır, bir imzayla can verilir. Hangi cana değer biçilebilir ki?.. barışı bir imza başlatır, bir imza bozar. Dünya cehenneme döner bir imzayla, yada cennete. İş o imzanın değerini bilmektedir. Hayatın anlamı beyaz bir sayfaya atılan her imzada bulunmaktadır.
Günümüzün belli başlı kısır döngüleri vardır. Bunların başında konut edinme gelir. Anıtsal veya sanatsal değer taşıyan yapıların dışındaki her yapı ya yıkılarak yok ediliyor, yada terk edilerek kaderine bırakılıyor. Giderek sıkışan yaşam alanları yeni alanlar açma fırsatının olmayışıyla karşı karşıya kalabiliyor. Yada yeni alanlarla da görece ferahlık, güzellik sağlanır aslında. Yok edilen doğaya, dikilen kara betonlar hem yeşile, hem rüzgâra, hem yağmura engel oluşturur. İşte burada sormak gerekiyor. Ne için? Hayatın anlamı “Güzelleştireyim derken hiçbir yeri ve hiçbir şeyi siyahlara boğmamaktır.”
Bütün bunlardan sonra yazımızın sonuna gelirken “Hayatın anlamını bulan ve bilen var mıdır?” diye sormak istemiyorum. Çünkü “Hayat, ne bu anlatılanlardır aslında, ne de anlatılacak olanlar.”
Belki de kesrin paydasındaki sıfırdır yalnızca…
BİTTİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder