31 Ağustos 2015 Pazartesi

ÇÖKÜŞÜN İZDÜŞÜMÜ “ŞİKE” VE SONRASI

Üstünden dört yıl geçti ama hala çeşitli sebeplerle konu ısıtılıp ısıtılıp önümüze geliyor. 3 temmuz şike sürecinden söz ediyorum. 3 temmuz 2011 Pazar günü başlayan şike soruşturma sürecini ne kadar izledik acaba? İzlenmeye değer bulmayanlarımız, spora meraklı olmayıp bu tür haberleri küçümseyenlerimiz ne kadardı? Sporla, özellikle futbolla yatıp futbolla kalkanların gelinen noktada görebildikleri nelerdir? Yoksa hala kafaları karışık mıdır?

“Durun, bekleyin kafalar daha çok karışacak” demiştim o sıralar. Karıştı da...

Mehmet Ali Aydınlar’ın başkanlığında Futbol Federasyonu çıkan şike söylentilerine zamanında cevap verip uygulamalara geçmeyince süreç uzadı. Avrupa futbolunun patronu olan UEFA kendine ait kuralları açıklarken sıfır hoşgörü ile durumu özetliyordu. Bunun nedeni olarak spor hukukunun içinde kişilere hapis cezasının olmayışını gösteriyordu. Takımları bunun için küme düşürürüz, yada can yakacak kadar eksi puanla lige başlatırız diyorlardı. Biz bunları yapmamak için çare arayan M.Ali Aydınları bile silkeleyip attık, takımlara ceza vermeyeceğini açıkça söyleyen Beşiktaş kulüp başkanını borç batağına soktuğu kulüpten kaçmasını kolaylaştırdık, futbol federasyonu başkanı yaptık.

Oysa ortada bir suç var. Bunun için davalar açılıyor, kişilerin hürriyetleri ellerinden alınıyor. Kulüplere ceza verilemiyorsa bu şahıslara da verilmeyecekse, ki muhtemeldir, o zaman bu kişilere ne denecektir? “Size hürriyetinizi geri vererek inayet gösterdim, değerimi bilin!” mi? Adalet böyle sağlanmaz. Adalet mülkiyet ve bireyler arasındaki ilişkilerden doğsa bile esas amaç toplu yaşamı mümkün kılmak değil midir? 

Öyle ama kendiside eski bir futbolcu olan o zamanın başbakanı, bugünkü cumhurbaşkanımız UEFA’nın İstanbul toplantısında ne demişti? “Şike sahaya inmemiş, bu yüzden kulüpleri cezalandırmak milyonlarca insana karşı haksızlık olur. Şahıslarla kulüpleri birbirinden ayıralım” demişti hatırlarsanız. Yeni federasyon başkanı Y. Demirören’de zaten bunu savunuyordu. İyide şahısları kulüplerden ayırmak mümkün değil ki.. şahıslar olmadan kulüpler (canlı bir organizma olmadıkları için) hareket etmezler. Hareket etme yeteneği olmayan bir şeye varlık muamelesi yapılamaz. O halde kulüpleri insansızlaştırmak anlamsızdır. O insanlar bir kulübü başarıya götürürken övgü ve ödül olduğu gibi başarısızlık veya uygunsuzluk halinde yergi ve ceza oluyor ya. Yıllar sonra bu durum anıldığında kulübün adıyla anılır. Kişilerin adı unutulur ama kulüplerin adı unutulmaz.

Size bir örnek sunmak isterim
    
04 Mayıs 1968 yılında İzmir’de oynanan maçta Göztepe, İstanbul takımı Feriköy’ü 9-1 yenmişti. Gördünüz mü? Kulüp adını verdim. Kulüp başkanı, takım kaptanı veya kaleci ile diğer oyuncuların adları bugün hiç önemli değildir. Bugün adı hiç geçmeyen, yada çok az geçen bu iki kulübün en farklı skorlar sorgulandığında karşınıza adlarının çıktığını görürsünüz. Çünkü sonuçlar kulübe yazılır, şahıslar kulüplerin sadece enerjileridirler. Şampiyonluklarda, küme düşmede kulübe yazılır. İtalya’da durum böyle olduğu için şahıslar kulüpleri cezai durumla karşı karşıya getirdiğinde kulüpler küme düşürülüyor yada yeni sezona eksi puanla başlatılıyor. Bu cezaları şampiyon olduklarında kupayı almaları gibi düşünün. Tersi durumda kupalarında şahıslara gitmesi gerekirdi. Sevapların ödülünü al, ama iş günahların cezasına gelince kaç! Mantık budur.

Günahkârda cennete girmek ister. İster ama cezasını çekmeden, önce ateşte yanmadan cennete giremeyeceğini bilir. Çünkü günah kıyafetinin ve teninin kiridir, onu hiçbir su paklamaz. En iyi temizleyici ateştir. Orda günahkâr yanarken eziyet çeker elbette ama asıl yanan tabaka olmuş kirleri, yani günahlarıdır. Onlar üzerinden düşer ve cennete girebilir hale gelir.

Yeryüzündeki cezalarda buna benzer. Burada verilen cezalar suç işleyeni bir daha suç işlemekten alıkoymak, toplumun düzenini korumak amacını taşır. Yukarda sorduğumuz soruyu gene soralım. Adalet mülkiyet ve bireyler arasındaki ilişkilerden doğsa bile esas amaç toplu yaşamı mümkün kılmak değil midir? 

Adalet kimsenin umurunda değil. İlkesizlik bizim şiarımız. Önemli olan gönlümüzü hoş edecek şeyler yapmak. Bu pazarlık sonucu Fenerbahçe UEFA ile giriştiği hukuk savaşından vazgeçmiş. Aziz Yıldırım’da bir daha başkan olmaması şartıyla bu davadan ceza almayacakmış. İnansak mı acaba?

O zaman bu şike davası ile kamuoyu neden meşgul edildi? Cevabı bu yazıyı aşar. Başka bir yazıda gerekirse bunu da anlatırız. Bugün konumuz başka.

Osmanlı’nın son döneminde profesyonel futbol 1. ligi olsaydı ve şike soruşturması yapılsaydı sonuç aynı olurdu. Gene ortalığı toz duman kaplardı, gene işi kılıfına uydurma çalışmaları havada uçuşurdu. Kimse ve hiçbir kulüp ceza almaz, ceza evinde yatan herkes evine dönerdi. Çünkü bu bir çöküşün izdüşümüdür.

Ne mi dedim?

Bütün sır “izdüşümü”nde saklı. Onu çözerseniz anlarsınız.



Yayın Tarihi31.08.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder