31 Ağustos 2015 Pazartesi

EVLİLİKTE ÖNCELİKLER

Hikâyelere bayılırım. Her fırsatta bir hikâye okurum. Dostlarım sağ olsunlar, bir çok hikâyeyi onlar sayesinde okudum. Bu yazımda gene bir hikâyeye yer vereceğim. Gelin hikâyemizi okuyalım.

*

 On dört yaşındaki genç gittiği konserde biraz müstehcen yazıları olan bir tişört almış ve gururla evde giymeye başlamış. Okula o tişörtle gitmeye kalkınca annesi, “Hayır, bu tişört, okula giyip gidilecek bir tişört değil,” demiş.
Devamında gençle anne arasında şöyle bir konuşma olmuş:
- Ne var tişörtümde? Onu sen giymiyorsun, ben giyeceğim!
- Biliyorum, sen giyeceksin. Ama o okulda sen sadece kendin olarak var değilsin; on dört yaşındasın ve benim oğlumsun. Bizim aileyi de temsil ediyorsun. Hayır, izin vermiyorum, giyemezsin.
- Ama anne; arkadaşlarım bundan daha beter tişörtler giyiyorlar.
- Bu beni ilgilendirmez. O sorun senin arkadaşlarının annesinin, babasının sorunu; benim sorunum değil. Ben bu tişörtü okulda senin giyeceğin bir tişört olarak görmüyorum.
Çocuk homurdanarak odasına giderken babasını görür ve onunla konuşur:
- Baba ya, annemin dediğini duydun; bu tişörtle okula gitmeme izin vermiyor.
- Duydum evladım, evet izin vermiyor.
- Baba sen anneme bir şey söyle; bana yaptığı haksızlık.
- Evladım; sen bu işi annenle çözeceksin; ben hiç karışmayacağım.
- Neden baba ya; sen de benim babamsın.
- Bak evladım, sen şimdi kaç yaşındasın?
- On dört.
- İnşallah, okulu bitirip üniversiteye gitmene kaç yıl var?
- Dört yıl var. Niye?
- Bak evladım, ben annenle kırk yıl daha birlikte bir ömür geçirmeyi istiyorum. O benim en yakın dostum. Onun kararlarına saygı duyduğumu bilmesini istiyorum. Onun için, annenle olan bir sorunun olduğunda çözmek için bana gelme, onu annenle çöz.

*

Bu hikâyede evli iki çiftin ilişkilerinin sağlıklı sürebilmesi için çocukları aralarına sokmamaları gerektiği anlatılıyor. Söz konusu olan sadece kendi ilişkileri değil, çocuğun gelişiminde çözümleme yeteneğinin gelişmesidir de. Oysa genellikle annelerin uyguladıkları yanlış bir davranış var. Çocukları akşam birlikte oldukları saatte babaya şikâyet ederler. Akşamları birlikte olunan saatler mutluluk saatleri olması gerekirken tam tersine kavga gürültü saatlerine dönüşüyor ne yazık ki. Birde şikâyet etmesine rağmen babanın tutum ve davranışına engel olurlar. Sanki çocuklarına o babayla sahip olmamış gibi davranırlar. Tam bir bencillik örneği. Ben bunu yakınlarımda yaşadım; çocuklarına hâkim olamayan bir anne, annesi bypas ameliyatı olan eşine gece birde cep telefonunu arayarak çocuklarını şikâyet ediyordu.

Evlilikler şikâyet makamı değil üretim merkezidir. Evlilikler şikâyet ve sızlanmayla örselenir, aşınır. Şikâyet etmeyen bir eş çözümlemeci, üretici kişiliğe ve yeteneğe sahip demektir. Tabii iki tarafın birbirine destek olması, biri diğerinin önüne geçmemesi şart! Unutulmamalı ki, çocuklar yuvadaki kuşlar gibidir, günü gelen uçar. O yuvada kalan gene eşlerdir. Onlar ne kadar dost olurlarsa beraberlikleri o kadar uzun ömürlü olur. Fakat günümüzde kadınlar uzun ömürlü birlikte yaşama anlayışında değiller.

Nerden mi anlıyoruz?

Hangi kadına sorarsanız sorun evliliklerinin önceliklerini sıralarken “çocuklarım, yuvam ve eşim” derler. Olması gerekense “eşim, çocuklarım ve yuvam”dır. Hikâyemizdeki babanın dostluktan söz edip eşinin kararlarına saygı duyduğunu söylemesi evlilik önceliklerinin böyle bir düzende olduğunu gösteriyor.



Yayın Tarihi19.08.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder