Üstünden dört yıl geçti ama hala
çeşitli sebeplerle konu ısıtılıp ısıtılıp önümüze geliyor. 3 temmuz şike
sürecinden söz ediyorum. 3 temmuz 2011 Pazar günü başlayan şike soruşturma
sürecini ne kadar izledik acaba? İzlenmeye değer bulmayanlarımız, spora meraklı
olmayıp bu tür haberleri küçümseyenlerimiz ne kadardı? Sporla, özellikle
futbolla yatıp futbolla kalkanların gelinen noktada görebildikleri nelerdir? Yoksa
hala kafaları karışık mıdır?
“Durun, bekleyin kafalar daha çok
karışacak” demiştim o sıralar. Karıştı da...
Mehmet Ali Aydınlar’ın
başkanlığında Futbol Federasyonu çıkan şike söylentilerine zamanında cevap
verip uygulamalara geçmeyince süreç uzadı. Avrupa futbolunun patronu olan UEFA
kendine ait kuralları açıklarken sıfır hoşgörü ile durumu özetliyordu. Bunun
nedeni olarak spor hukukunun içinde kişilere hapis cezasının olmayışını
gösteriyordu. Takımları bunun için küme düşürürüz, yada can yakacak kadar eksi
puanla lige başlatırız diyorlardı. Biz bunları yapmamak için çare arayan M.Ali
Aydınları bile silkeleyip attık, takımlara ceza vermeyeceğini açıkça söyleyen
Beşiktaş kulüp başkanını borç batağına soktuğu kulüpten kaçmasını
kolaylaştırdık, futbol federasyonu başkanı yaptık.
Oysa ortada bir suç var. Bunun
için davalar açılıyor, kişilerin hürriyetleri ellerinden alınıyor. Kulüplere
ceza verilemiyorsa bu şahıslara da verilmeyecekse, ki muhtemeldir, o zaman bu
kişilere ne denecektir? “Size hürriyetinizi geri vererek inayet gösterdim,
değerimi bilin!” mi? Adalet böyle sağlanmaz. Adalet mülkiyet ve bireyler
arasındaki ilişkilerden doğsa bile esas amaç toplu yaşamı mümkün kılmak değil
midir?
Öyle ama kendiside eski bir
futbolcu olan o zamanın başbakanı, bugünkü cumhurbaşkanımız UEFA’nın İstanbul
toplantısında ne demişti? “Şike sahaya inmemiş, bu yüzden kulüpleri
cezalandırmak milyonlarca insana karşı haksızlık olur. Şahıslarla kulüpleri
birbirinden ayıralım” demişti hatırlarsanız. Yeni federasyon başkanı Y. Demirören’de
zaten bunu savunuyordu. İyide şahısları kulüplerden ayırmak mümkün değil ki..
şahıslar olmadan kulüpler (canlı bir organizma olmadıkları için) hareket
etmezler. Hareket etme yeteneği olmayan bir şeye varlık muamelesi yapılamaz. O
halde kulüpleri insansızlaştırmak anlamsızdır. O insanlar bir kulübü başarıya
götürürken övgü ve ödül olduğu gibi başarısızlık veya uygunsuzluk halinde yergi
ve ceza oluyor ya. Yıllar sonra bu durum anıldığında kulübün adıyla anılır.
Kişilerin adı unutulur ama kulüplerin adı unutulmaz.
Size bir örnek sunmak isterim
04 Mayıs 1968 yılında İzmir’de
oynanan maçta Göztepe, İstanbul takımı Feriköy’ü 9-1 yenmişti. Gördünüz mü?
Kulüp adını verdim. Kulüp başkanı, takım kaptanı veya kaleci ile diğer
oyuncuların adları bugün hiç önemli değildir. Bugün adı hiç geçmeyen, yada çok
az geçen bu iki kulübün en farklı skorlar sorgulandığında karşınıza adlarının
çıktığını görürsünüz. Çünkü sonuçlar kulübe yazılır, şahıslar kulüplerin sadece
enerjileridirler. Şampiyonluklarda, küme düşmede kulübe yazılır. İtalya’da
durum böyle olduğu için şahıslar kulüpleri cezai durumla karşı karşıya
getirdiğinde kulüpler küme düşürülüyor yada yeni sezona eksi puanla
başlatılıyor. Bu cezaları şampiyon olduklarında kupayı almaları gibi düşünün.
Tersi durumda kupalarında şahıslara gitmesi gerekirdi. Sevapların ödülünü al,
ama iş günahların cezasına gelince kaç! Mantık budur.
Günahkârda cennete girmek ister.
İster ama cezasını çekmeden, önce ateşte yanmadan cennete giremeyeceğini bilir.
Çünkü günah kıyafetinin ve teninin kiridir, onu hiçbir su paklamaz. En iyi
temizleyici ateştir. Orda günahkâr yanarken eziyet çeker elbette ama asıl yanan
tabaka olmuş kirleri, yani günahlarıdır. Onlar üzerinden düşer ve cennete
girebilir hale gelir.
Yeryüzündeki cezalarda buna
benzer. Burada verilen cezalar suç işleyeni bir daha suç işlemekten alıkoymak,
toplumun düzenini korumak amacını taşır. Yukarda sorduğumuz soruyu gene
soralım. Adalet mülkiyet ve bireyler arasındaki ilişkilerden doğsa bile esas
amaç toplu yaşamı mümkün kılmak değil midir?
Adalet kimsenin umurunda değil.
İlkesizlik bizim şiarımız. Önemli olan gönlümüzü hoş edecek şeyler yapmak. Bu
pazarlık sonucu Fenerbahçe UEFA ile giriştiği hukuk savaşından vazgeçmiş. Aziz
Yıldırım’da bir daha başkan olmaması şartıyla bu davadan ceza almayacakmış.
İnansak mı acaba?
O zaman bu şike davası ile
kamuoyu neden meşgul edildi? Cevabı bu yazıyı aşar. Başka bir yazıda gerekirse bunu
da anlatırız. Bugün konumuz başka.
Osmanlı’nın son döneminde
profesyonel futbol 1. ligi olsaydı ve şike soruşturması yapılsaydı sonuç aynı
olurdu. Gene ortalığı toz duman kaplardı, gene işi kılıfına uydurma çalışmaları
havada uçuşurdu. Kimse ve hiçbir kulüp ceza almaz, ceza evinde yatan herkes
evine dönerdi. Çünkü bu bir çöküşün izdüşümüdür.
Ne mi dedim?
Bütün sır “izdüşümü”nde saklı.
Onu çözerseniz anlarsınız.
Yayın Tarihi: 31.08.2015