Yazmaya başladığım 03 Haziran 09 tarihinden beri duyan dostlar arkadaşlar şaşkınlıkla karışık tebrik ediyorlar. Ne yazdığımı sormadan da edemiyorlar. Gazeteyi önlerine koyduğum zaman yazıyı gören:
“ Ooo ağabey, ne çok yer ayırmışlar sana, sende karınca duası gibi yazmışsın.” Yazıya göz gezdirirlerken okuyormuş gibi yapıp, ama okumadan; “ Ne anlatıyorsun öyle? ” diyorlar.
Biz okumayı seven bir toplum değiliz. Yazmakla da başımız hoş değil. Bu yüzden kişisel tarih demek olan anılarını yazan pek olmaz. Gazetelere ilginin nüfusumuza orantılarsak yeterli olmadığı görülür.
Oysa gazete, halkın fısıltı haberlerinden sağlam kaynaklı haberlere terfi etmesine yardımcı olur.
Gazetecilik mesleği güncelin izlenmesini gerektiren bir meslektir. Hangi konuda haber yaparsanız yapın daima antenleriniz açık olmalı. Kaynaklarınız güvenilir olmalı. Bunların üstüne araştırmacı kişiliğe sahipseniz, zamana karşı yarışmayı seviyorsanız siz iyi bir gazetecisiniz demektir. Artık tarihin yazılışına tanıklık edebilir, hatta ilk notları alan siz olabilirsiniz. Gazetecilerle tarihçiler aslında bakılırsa görülür, köken olarak birbirine çok yakındırlar. İkiside olaylarla ilgilenir. Gazeteciler olayların içindeyken tarihçiler dışındadırlar.
Olayların içindeyken sakin davranmak zordur. Bu yüzden gazetecilikte hata yapma ihtimali vardır. Tarihçi hata yaparsa ya taraf olduğu için, yada kaynak ve görme eksikliğinden hata yapar. Bunun bağışlanır tarafı yok tabii. Ne olursa olsun tarihçi tarafsız olmak ve gerçeği olanca açıklığıyla vermek zorundadır.
Gazeteciyse içinde bulunduğu duruma göre davranmak zorunda olsa bile haberi veriş biçimini ayarlarken çok hassas davranmalıdır. Ortada duran bir hayatsa o hassasiyet çıtası en yükseğe konulmalıdır. Bu konuda yapılacak bir hata ömür boyu vicdan azabına yol açar.
Gazetecinin dikkat etmesi gereken inançlarına ve dünya görüşüne uygunluk olmalı. Ama nasıl? Dinsel açıdan bakılacak olursa Ahmet Hakan’ın 08.06.09 tarihli Hürriyet Gazetesindeki yazısında belirttiği gibi “dindarlık ABARTMA derken, gazetecilik ABARTARAK olduğu için” ilk maddede inançla meslek çekişmesi başlar. “Din gizli-saklıyı araştırma der, oysa gizli saklı olan şeyler araştırılmadan gazetecilik yapılamaz.” “Din fazla meraklı olmayı yasaklar, gazetecilikse meraklı olmadan olmaz.” İşte burada ben “eyvah” diyorum; eyvah ki ne eyvah!.. İlk yazımda meraklı olduğumu yazdım ya, onun için kocaman bir “eyvah!”
Bu konu görüldüğü gibi sakıncalı bir konu. Nereye dokunsak aleyhimize işliyor. Eyvah demekten kurtulalım dersek bu kez de sahibinin sesi olmaz mıyız?
Eski Sovyetler Birliğinde en önemli günlük gazete “Pravda” gazetesiydi. Pravda aynı zamanda resmi gazeteydi. Üstüne parti yayın organlığını da eklerseniz nasıl haberler yayınlanırdı anlarsınız. Bundan kırk yıl önce yayına başlayan “Milli Gazete” de parti politikalarını yayınlayan gazete olmaktan öteye gidememiştir. Her ülkede böyle örnekler çok.
Günümüzde gazetecilik şekil değiştirdi. Gazete patronları gazetecilikten geçinmedikleri ve çoğu başka alanlarda iş sahibi oldukları için, amacı kamunun bilgilendirilmesi olan gazeteler çıkmıyor artık. Ya hükümet yanlısı, ya büyük sermaye yanlısı, yada her ikisini birden taşımayı görev bilen gazeteleri okuyor ve bilgilendirildiğimizi sanıyoruz.
Oysa gazeteciliğin birinci şartı yapıcı muhalif olmaktır. Muhalif olunmadan gerçekler görünmez. Muhalefet olmazsa yöneticiler kendilerini dev aynalarında görürler. Her yaptığı şeye hayran, en iyisini ve çok bildiğini sanan yönetici o kadar çok var ki her yerde. Hele bürokraside herkes kendinden menkul değerdir. Burunlarından kıl aldıramazsınız. Gazetecilik olmazsa bunların her biri birer küçük diktatör kesilirler.
Sanırım halkı doğru bilgilendirirsek “eyvah” dememize gerek kalmaz. İşte o zaman menfaat çarklarının dişleri kırılır ve halkın menfaatleri gözetilmiş olur.
Ha.. bu arada küçük bir sorun var:
Dededen toruna aktarılan sözle bilgi akışına alışık olan toplumumuzu nasıl okumaya alıştıracağız?
Yayın tarihi...: 19.06.09
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder