25 Eylül 2009 Cuma

SAYIN BAŞKAN ZEKİ TOÇOĞLU BU “ÖLÜM GEÇİDİNE” ARTIK LÜTFEN BİR ÇARE BULUN!

         Gazetemizin köşe yazarları giderek arttı. Yakında yerel bir fikir gazetesi olursak ne güzel olur. Ulusal basında fikir gazetelerinin eski itibarı yok artık. Web-ofsetle gelen fotoğraf haberciliği bir zamanlar Günaydın gazetesini Hürriyet, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinin çok çok önüne taşıyınca haber ve fikir gazeteciliği bitti. Şimdi yayınlanan fikir gazeteleri de zorla yaşamaya çalışıyorlar. Bağlı bulundukları güçlerin desteği olmasa bir gün bile yaşayamazlar. Çünkü halk okuyup düşünme yerine görselliğe, basite alıştırıldı.

         Oysa fikir gazeteciliği toplumun bilinçlenmesi için çok önemlidir. Basında yayınlanmamış fikir tutulmaz. Hatta doktorlar, bilim insanları bir buluş yapsalar veya ortaya fikir atsalar, ilk sorulan soru makaleniz nerde yayınlandı olur. Doktor veya bilim insanları mesleklerinin dünyaca bilinen süreli yayınlarıyla fikirlerini gün ışığına çıkarırlar. Yazının kalıcılığı, buna bağlı olarak basının kitlelere ulaşması, fikrin tartışılmasını ve onanarak kabul görmesini sağlar.

         Nerden nereye.. gazetemizin köşe yazarlarının artmasına duyduğum sevinci anlatmak istemiştim. Orhan beyle Emriye hanımı okurken aklıma bunlar geldi. Gerçi o yazılar gündelik hayatın ihtiyaçlarını anlatan yazılardı, benim bu satırlarıma neden olacak bilimsel makaleler değillerdi. O yazıların “düşünenlerin düşüncesi” olması da bilimsel makale kadar önemlidir. Hatta halkı günlük hayatın gerçekliğini yansıttığı için daha çok ilgilendirir.

         Orhan bey yazısında ramazan ayının gelmesi üzerine kent meydanına kurulan lunapark nedeniyle halkın eğlencesinden söz ederken karşıdaki parkta bir bardak çayın 1.5 tl olduğunu belirtmişti. Diğer yenilecek ve içilecek şeylerin fiyatını siz düşünün. Onun için bulvarın ortasındaki banklarda yer yok. Simidini, çerezini alan, arkadaşlarıyla orda buluşuyor. Onlar;  parklara ve AKM’ye girenlere başka dünyanın insanları gözüyle bakıyorlar. Kentin göbeğinde iki farklı dünya ve bunlar iç içe.. bu ekonomik dar boğazda fiyatlar makul ölçülere indirilemez mi?

         Ramazan nedeniyle iftardan sonra çıkıyorum. Gazetemize uğradığımda kapalı buluyorum. Nerdeyse bir hafta olacak şöyle rahat rahat kimseyle görüşemedim. Orhan beyin yazdıklarından öğrendiğime göre gazetemizin sahibi Adnan Uyumaz beyin şoförü Bahattin kardeşimin teravih için gittiği camide ayakkabılarını çalmışlar. Bahattin kardeşimi aradım, bu haberin bir şaka olduğunu söyledi. Orhan beyin köşesinde yazının sonuna eklediği “Kuyruklu Yalan” bölümü böyle şakalarla dolu. Bu haberi ayrı tutarsak bu bölümde yayınlanan bazı haberler hepimizin dileği niteliğindedir. 

         Bu haber beni yıllar, yıllar öncesine götürdü. Annemin amcasının oğlu olan rahmetli dayım o zamanki adıyla Yugoslavya’nın federe cumhuriyetlerinden Makedonya’nın Ohri iline bağlı ilçesi Struga’dan gelmişti. O zamanlar 8-9 yaşlarında çocuktum. Bir müddet kentimizde misafir kaldı, sonra birlikte İstanbul’un eski Sağmalcılar, şimdiki Bayrampaşa semtindeki annemin halasına gitmiştik. Dayım İstanbul aşığı bir Arnavut’tu. Kıvırcık marula benzeyen Rumeli Türkçesini çok güzel konuşurdu.  Gündüz kıldığı her vaktin namazlarını başka başka camilerde kılmayı seven dayım bir ikindi namazını Sultan Ahmet camiinde kıldığı namaz sonrasında ayakkabılarının çalındığını fark etmiş. Bulduğu eski yırtık lastikleri giymiş canı burnunda eve gelmişti. Daha sonra Yugoslavya’ya  dönünce çaldırdığı ayakkabıya benzer ayakkabıyla çekilmiş bir fotoğrafla mektup göndermişti. Mektupta da “benım kundralar benden ünce dünmüşler te buralara” yazmıştı. Çokta şakacıydı rahmetli.

         Babamın vefatının haftasında Kavaklı Camiinde okunan mevlid-i şeriften sonra akülü arabama bindiğimde pilli bisiklet klaksonunun koparıldığını gördüm. Parçaları üstünde duruyordu. Klaksonun koparılmasına, bu işin bir ibadethane bahçesinde yapılmış olmasına üzüldüğüm kadar üzülmedim. Fakat orda böyle bir şeye maruz kalmayı kendime yediremedim. Sonra aklıma geldi; camilerden yüzyıllardır halıda yürütüyorlardı. Benim klaksonda neydi ki..

         13 haziranda İsmail – Mürvet Terzioğlu dostlarımın sevgili oğulları Hüseyin Terzioğlu’nun sevdiği kız olan Sema ile evlendiği, Erenler Belediyesinin Yunus Emre düğün salonunun ikici katındaki düğününe gittim. Asansör küçük olduğu için bir üst kata arabasız çıkmak zorunda kaldım. Arabamı görevli delikanlılar girişte bir yere koydular sağ olsunlar. Aşağı inince kim bilir arabamı nasıl bulacağım diyerek yukarda kaldığım süre kadar kaygı yaşadım. Aşağı inince o kadar kalabalık çocuk içinde, arabamın yapayalnız, tek başına, sessiz, sakin olduğunu görünce çok sevindim, çok şaşırdım. Üstüne çıkıp oturmamışlar bile.

         Bu arada Yunus Emre Düğün Salonu demişken sözü oranın yöneticisi Ahmet arkadaşıma getirmek istiyorum. Sevgili Ahmet kardeşim, yaz boyunca, Ramiz Şengül’ün yanında bana verdiğin rampa sözünü yerine getirmedin. Hadi o zamanlar işler çoktu, başın sıkışıktı. Şimdi işleriniz ramazan nedeniyle durdu, bunu fırsat bilip o rampa sözünü yerine getirir misin? Bu sana bir engelli büyüğünün özel ricası olsun. Bu kez beni kırmazsın umarım. Orda var olan rampa büfeye getirilen her türlü malı kolayca taşımak için yapılmış. Bizim bir gazoz, bir kola kadarda mı değerimiz yok? Yeni rampayı yol tarafına yaparsanız bahçe tarafından kimseyi rahatsız etmemiş oluruz. Birde çok dik olmamasına dikkat ederseniz çok sevinirim. Baki selamlar sana..

         Emriye hanımın yazısı da konusuyla dikkatimi çekti. İşitme engellilerin sorunlarından söz ettiği yazısında belediyelerin işitme cihazını küçük olduğu ve görünür olmadığı için dağıtmadıklarını belirtmişti. Bu yolla reklam yapılamaz çünkü, değil mi ama? Bu engel gurubunun yürüme ve görme engelli guruplarındaki engelliler gibi günlük hayatlarını sürdürme ve iş hayatına atılma konularında zorluk yaşamayacakları kanısı hepimizde var. Ekonomik olarak ta daha rahat durumdalar diye düşünülüyor. Oysa bir işitme cihazı birkaç bin tl değerindedir. Çalışanın bile kolay alabileceği şeyler değildirler. Kalıtsal işitme engeli olan bir bayan küçüğüm var. O bundan devamlı yakınıyordu. Tamir ettire ettire yıllarca işitme cihazını kullandı. Yenisini alma imkanı yok! Nasıl alsın ki? Gene kalıtsal olarak şizofreniye yakalandı. Yapayalnız yaşıyor. Sahip çıkanı yok! Genç birisi, 27 ila 29 yaşları arasında. Babasından kalan bir maaşı, birde küçük bir evi var Allah’tan. Onlara da Antalya’da ki ablası ortak. Bu kızcağızın bırakın işitme cihazını, kendini kaybetmeden yaşayacağı hapları bile düzenli alamadığını biliyorum.

         Yerel yönetimler kimsesizlerin kimsesi olmalıdır. Yardım birimleri kurularak mahalle muhtarlarıyla birlikte yardıma muhtaçlar belirlenmeli, yardımlar ayaklarına götürülmelidir. Bu sadece ramazan ayıyla ve sadece kumanya yardımıyla sınırlı kalmamalı tabii. Çağdaş devlette örgütlenme biçimlerini yerel yönetimler sağlar. Doğudaki yerel yönetimlerin yaptığı gibi 50 – 100 tl ihtiyaç sahibi olduklarını belgeleyenlere vereceğini açıklayıp, sonrada onları vezne önlerine toplayıp, kalabalıkların dövüşmesi gibi çirkin görüntülerin çıkmasına sebep olmak ne kadar çağdaşlıktır? Kimseyi yormayın, siz yorulun. Eğer herkesi yorarsanız siz daha çok yorulursunuz çok sayın etkili ve yetkililer.

         Emriye hanım başka yazısında tekerlekli sandalyeleri konu etmişti. Onların ergonomikliğini açıklamıştı. Önce konu iyi anlaşılsın diye şunu belirteyim, ergonomik’in karşılığı; işe uygunluk, işe yatkınlık, kullanım uygunluğudur. Bunu en güzel protez diş kullananlar anlayacaktır. Bende anlıyorum çünkü çelik korseli ve çelik ayaklı uzun yürüme cihazı kullanıyorum. Kullanılan bir eski cihazın yerine yenisi yapıldığında eskisindeki rahatı bulmak zordur. Diş ise bu, ağzınız yara bere olabilir. Protez ayaksa, ayağınız da.. bir cihazda da kullanıldığı yer neresiyse, orası.. Bir süre sonra bu araçlar veya cihazlar vücudun bir parçası olurlar. İşte buna ergonomik deniliyor. Tekerlekli sandalye içinde aynı şey geçerli. Emriye hanımda bunu belirtmişti zaten. Tekrarlamaya gerek yok!

         Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederim Emriye hanım. Ama dernek enflasyonunun içinde olmanızı pek onamıyorum haberiniz ola. Sizce de 33 dernek çok değil mi? Ankara’dan onaylı diyerek federasyonunuzu savunabilirsiniz belki de, ama bu dernek enflasyonunu demokrasinin güzelliği olarak göstermek bence uygun değil. Bir ülkenin bir başbakanı bir cumhurbaşkanı olduğu gibi, yerel engelli dünyasının da bir, hadi bilemediniz iki derneği olmalı. 33 dernek 33 başkan ne demek? Sokaktaki vatandaş bu konuya düşünemediğimiz kadar kötü bakıyor. Bizim amacımız bu kötü izlenimi silmek olmalı. Canı sıkılan dernek açarsa kötü izlenim bizi yutar.

         Eskiden güney Amerika ülkelerinde sabah erken kalkan bir onbaşı bile darbe yapar, ülke yönetimini ele geçirirmiş. Sonunda bunun çıkar yol olmadığı anlaşılmış. Bu gün Brezilya birleşerek güç olma yolundadır. Uçak üretip satmaya başladılar.

         Gene diyorum, valimizin gözetiminde, dernekler masasının sıkı denetiminde yeni bir yapı kurulsun. Bu ucubeliğe son verilsin. Güney Amerika ülkelerinde sabah erken kalkanın darbe yapması gibi burada da her canı sıkılanın dernek açması önlensin. Engelliler mutlaka bir binaya kavuşturulmalı ve hepsi bir çatı altına alınmalıdır.  Başkanlar kesinlikle varlıklı insanlardan seçilmelidir. Başkanlık temsil makamıdır. Saygı duyulacak kişilik ve duruşta olmalıdır. İşi alt kadrolar yapmalı, kendisi işleri yönlendirici olmalıdır. Bu yapıya sahip olunmadan dernekler ucubelikten kurtulmaz. Şunu da eklemek gerek, artık eski başkanlar bu işi gerçekten tamamen bırakmalıdırlar. Aynı yüzler başkan olacaksa halkın ilgisizliği sürer gider.

         Geçen gün gazetemizde ölüm geçidi başlığıyla bakkallar geçidindeki son kaza resimlenerek manşete çıkarılmıştı. En anlamsız en saçma yarışması yapılsa bizim alt geçidimiz kesin dereceye girerdi. Otogarın oradan itibaren hiçbir ışığa takılmayan araçlar soluğu yeni camide alıyorlar. O arada sapaklar bir tehlike yuvaları oldular. En çokta bakalar durağı öyle.. orda can verenler az değil yani. Aziz Duranın keyfi için bunlar yaşanıyor. Şimdi Aziz Duran nerde? Nerde olacak Ankara da! Belediyeler birliği koordinasyon merkezi başkanı oldu. Anlayacağınız üzere devri sabık başkanımız resmen ödüllendirildi yahu. Ben kendisine vatandaşlık haklarımı helal etmiyorum. Mahallemin ihtiyarları Kavaklı Camisine o yolu kullanarak gidiyorlar. Karşı tarafta kahvelerde var. bu ihtiyarcıklar ne yapsın şimdi, evde mi otursun? Aziz bey korkarım siz bunun hesabını ahrette veremezsiniz. Binaların işyerlerinin değeri sıfıra düştü. O yolda olanlar iflas etti. Ne için? Yoksa siz burada Formula 1 yarışlarını mı düzenleyecektiniz?

         Yeni büyükşehir belediye başkanı sayın Zeki Toçoğlu, alt geçitten çıkan arabaların hızını kesecek yüksek kabara engeller koyun. Büyük Geçit Pabuççular arasında Engellileri de unutmadan,  karşılıklı geçişi sağlayacak bir alt veya üst geçit yapın. Bu halkın can korkusunu ortadan kaldırın. Bence en akıllı ve masrafsız olanı köprü çıkışından bakkallar durağına kadar yola yer yer yüksek kabara engel koymak olur, böylelikle bu yoldaki F1 yarışları sona erer. Lütfen elinizi çabuk tutun sayın başkan!

         Yoksa buralarda daha çok can yanacak. Yazının başlığını bir kere daha tekrarlıyorum

   SAYIN BAŞKAN ZEKİ TOÇOĞLU BU “ÖLÜM GEÇİDİNE” ARTIK LÜTFEN BİR ÇARE BULUN!



*****************************************************




CHP İL YÖNETİMİNE NOT: Mehmet Baloğlu’nun istifa nedenini açıkladığı Çarşamba günkü yazıma CHP il örgütünden asılsız haber yayınlamak suçlamasıyla gazetemiz telefonla aranmış. Beni de bu yazımdan dolayı dava edeceklerini belirtmişler. Öncelikle ben haber muhabiri değil köşe yazarıyım onu belirtmek isterim. Dolayısıyla benim yazılarım haber değildir. Kaldı ki asılsız da değildir. Bunu olayın kahramanı Mehmet Baloğlu kendisi anlattı. Eğer yazım asılsızsa Mehmet Baloğlu’nun kendiside asılsızdır. Bu adam yandaşlarıyla beraber partiden istifa etmedi mi?

Yazının büyük bölümü Mehmet Baloğlu’nun ağzından anlatım olarak tırnak içinde verilmişti. Sonunda da “elçiye zeval olmaz ben sadece aktardım” diyerek bu farkı belirtmiştim. Üstüne üstlük partide yetkili hiçbir isim anılarak rencide edilmemiştir. Mehmet Baloğlu’nun simgesel anlatımında anılan kişi kendini bulduysa ben bilemem. Onu gidin Mehmet Baloğlu’na sorun!

Beni dava edeceklere duyurulur. Benim devletten engelli maaşı olarak aldığım 280 tl düzenli maaşım var. Bundan başka bir gelirim, üstüme kayıtlı bir malım da yok! Yani beni dava ederseniz saraylarınıza saray katamam. Siz sadece bir engelli yazarı mahkemelerle uğraştırmış olursunuz, o kadar. Partiler ve yöneticileri demokratik haklarını savunmak kadar, demokratik tahamüllerini de sınamak zorunda değiller mi?

Yayın Tarihi : 28.08.09


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder