28 Eylül 2009 Pazartesi

YENİ EĞİTİM YILINA BİR KAÇ SÖZ..




         Bayram ertesi yeni öğretim yılı başladı. Okula gidiş geliş saatlerinde cadde ve sokaklar cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle çınlayacak artık.

         Ben okul çağındayken bir tanıdığımızın şu sözüne çok kızıyordum; “keşke hala çocuk olsam ve sabahları arkadaşlarımla okula gitsem.” Ne kadar anlamsız gelirdi o söz anlatamam. Her sabah uykudan uyanmak, sıcak yataktan kalkmak, soğuk havada, yağmur kar demeden okula gitmek, gözümüzde büyüyen, katlanılması zor bir şeydi. Annemize nazlanırdık, biraz daha uyuyalım isterdik. Kahvaltı etmek uyku sersemliğinde olacak iş değildi.

         Bunlar okula gitme hazırlıklarıydı. Ya sonrasına ne demeli? Okula gitmekle iş bitmiyordu ki..  öğretmenlerimiz sözlü yada yazılı sınavları bazen aniden de yapabiliyordu. Önceden bilerek yazılı veya sözlü sınavlara hazırlanmak ayrı bir esaretti bizim için. Sadece bizimle kalsa.. bütün ev halkı bize esir olurdu. Az şey mi, ertesi günü sınav var! Kaldı ki engelli olduğum için her gün okula gidemiyordum. Her gün okula gidenler bunu daha çok yaşıyorlardır sanırım.

         Bu duygular içinde okul sözcüğü fazladan bir zorunluluğu çağrıştırdığı için “keşke hala çocuk olsam ve sabahları okula gitsem” diyen o tanıdığımıza şaşırıp kalıyordum. Ne güzeldi işte! Büyümüştü, koca kadın olmuştu. Bizde büyüyüp koca adam olmak için yanıp tutuşmaktayken çocuk olmaya özlem neyin nesiydi? O sıralar bunu anlayamazdık. Anlamadıkta zaten.. aradan geçen her yıl bizi istediğimiz yere, yani koca adamlığa getirdiğinde, bu yerin öyle matah bir yer olmadığını anladık. Fakat geriye dönüş imkansızdı. O zaman bizde o sözü söylerken bulduk kendimizi. “keşke hala çocuk olsam ve sabahları arkadaşlarımla okula gitsem.” Ne sihirli bir cümle bu ya rabbim. Söylediğim andan itibaren çocukluk heyecanını ta yüreğimde duydum.

         Yarınlara hazırlandığını bilemeden kırlarda zıp zıp zıplayan kuzular gibi hayata pembe gözlüklerle değil, pembe gözlerimizle bakarak kaygısız, tasasız, korkusuz ve günahsız yaşamaktı bütün bunlar.

         Düşünsenize bir son bahar günü okullar başlıyor ve siz ilk okula gidiyorsunuz. Renkler ne melankoliktir değimli? Kızılın her türü yerlerde ki yapraklardadır. Ağaçlar size konfeti gibi başınızdan aşağı yapraklarını döküyorlar. Birkaç kelebek nasılsa hala ortalarda. Kuşlar bitmek bilmez gevezelikle size bir şeyler anlatıyorlar. Soğuk yanağınızı okşuyor biraz hoyratça da olsa.. akşam üstleri eve dönerken, giderek artan baca dumanlarını görürsünüz. Köşe başlarında kestaneciler müşteri çekmek ister “kestane kebap, yemesi sevap” nidalarıyla. Yağmura yakalanırsınız bazen, saçlarınız ıslanır. Evde veya okulda soba başında üstünüzü başınızı kurutmaya çalışırsınız. Okuldaysanız arkadaşlarınızla, evdeyseniz kardeşlerinizle itişerek.. sonra mevsim kışa döner. Kim birbirine kar topu atmamıştır ki? O beyaz güzelliğin içinde her yer yatılacak yerdir. Bir güzel karların içinde yuvarlanılır. Okul bahçesinde kardan adam yapan ağabey ve ablalara özenerek bakarız. Bir gün bize de öyle bakacaklardır oysa. Başka bir gün taşların arasından karların içinden bir çiçeğin boynunu uzattığını görürüz. Onun kardelen çiçeği olduğunu bilmeyiz. Kardelenlerin baharın habercisi olduğundan hiç haberimiz yoktur o sıralar. Bahar kardelenlerden hemen sonra çıkar gelir, o kadar bekletmez. Ağaçlar bir dahaki eylül için yaprak biriktirirler yeniden. Kuşların gene çenesi düşer. Leylekler gelir uzak diyarlardan, hacı leylekler, bir takkeleri eksiktir. Nisan yağmurlarının gözleri güler. 5 mayıs akşamı her köşe başında yakılan ateşlerden atlarız. Ertesi gün hıdrellezdir, kırlar bizi bekler. O gün okulumuzun yalnızlıktan biraz canı sıkılır. Sonrasında tatil kapılarına gelir dayanırız. Okulu bitirenlerimiz için öğretmenlerinden, arkadaşlarından ayrılma dönemi de aynı zamanda gelir. Göz yaşlarını en çok kızlar döker gene. Mendillerini sıksan şıp şıp damlar.

         İşte böyle güzel günler yaşanırdı her yıl. Peki şimdi bunlar yaşanmıyor mu? Nasıl yaşansın ki? Şimdi çocukları evlerden servis araçları gelip alıyor, sonrada okullardan alıp getiriyor. Büyük kentlerin dayattığı bir gerçekliktir bu. Güvenle okula gönderemeyince bu yola baş vurulmuş oldu. Kimsenin kimseyi tanımadığı büyük kentlerde okulların biraz uzak olması durumunda çocukların güvenliği için servislerden vaz geçilemeyebilir. Ama bizim gibi henüz o büyüklükte olmayan kentlerde de servis ağının olmasını anlayışla karşılayamıyorum. Geçinme güçlüğü çekenler bile servis parası ayırmak zorundalar. Bu ne demek biliyor musunuz? Ne yenip içildiğini kimse görmediği için en kolay kısıntı yapılacak şeye, gıdaya daha az pay ayırmak demek. Yada kredi kartlarıyla bitmek bilmez borçlanma batağına saplanmak demek. Ama herkes çocuklarını servislere vermenin havasını atacak ya..

         Ayrıca artık çocuklar doğadan git gide uzaklaşıyorlar. Kelebekleri kuşları çizgi filmlerde bile göremiyorlar.  Bu çağda robotlar yetiştiriyoruz. Çocukların ilgi alanlarına bakın, bunu açıkça görürsünüz. Bizler bu kadar aşırılıklar içinde olunca başka türlüsünün olması düşünülemez. Çocuk yetiştirmekten de bir haberiz. İlk önce biz büyüklerin bu konuda eğitilmesi şart bence. Benim korkum birkaç nesil sonra insan olma özelliklerini kaybetmiş insanlar yetiştiriyor olmamızdır. Şunu unutmayalım ki topraktan uzaklaşıldığı oranda insan olmak bir yana her hangi bir canlı türüne bile dahil olamayız. Bırakın çocuklar yürüsünler. Bırakın çocuklar üşüsünler. Bırakın çocuklar acıksınlar. Bırakın çocuklar ıslansınlar. Bırakın çocuklar dövüşsünler. Mücadele etmek başka nasıl öğrenilir? Konserve kutularında canlı balık gördünüz mü hiç siz? Akvaryumdaki balıkları denizlere göllere salabilir misiniz? Kafesteki kuşları salıverseniz yemleri ayağına gider mi? Yada onlar mı bir kediye yem olmaya gider?

         Bunları lütfen düşünün. Lütfen ana baba okulları için isteklerde bulunun. Çünkü öğrenmek zorunda olduğumuz çok şey var. Yeni öğretim yılının tüm öğrencilerimize yararlı olmasını dilerim.

Yayın Tarihi : 28.09.09

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder