26 Eylül 2009 Cumartesi

MERKEZİ EZANDAN TEK SESLİ BASINA




         Ezanın hoparlörlerle duyurulmaya başlandığı tarihi hatırlıyorum. Öncesinde camilere yakın oturanlar ezanı zor duyarlarken, bu sayede en uzak semtlerdekiler bile duyar olmuştu. Fakat bütün güzelliğine rağmen bu durum bazı şikâyetleri de beraberinde getirdi. Özellikle sabah ezanının erken okunduğu yaz aylarında evleri camiye yakın olanlara hoparlörlerden çıkan ses işkence gibi geliyordu. İlk başlarda ses ayarlamaları bilmeyen müezzinler hoparlörü sonuna kadar açarak sesin çatlamasına ve okunan ezanın anlaşılmamasına neden de  oldular. Camiye zamanında yetişemeyen müezzinler ezanı geç okudukları için, namazı kılmış olan halk, namaz vakti konusunda tereddütler de yaşadı. Bütün bunlar tek merkezden ezanın okunmasına gidişin yolunu açtı.

         Tek sesten ezan dinlemek bence hiç hoş değildi. Çünkü her caminin sesi saniye farklarıyla dinleyene ulaştığından ezan bol derinlikli ve bol ekolu duyulunca anlaşılmaz oldu. Birde o muhteşem sesli müezzinlerden mahrum kaldım. Çocukluğumda yaz akşamları yatsı ezanını dinlerken yıldızlar kadar çok sesten ezanı dinlemek, karanlık göklerde yıldız seçmek gibiydi. Tek merkezden ezan bunu bitirmişti. Diyanetin merkezi ezan fikrinden vazgeçtiğini duydum.
         Yerinde bir düşünce, umarım uygulamaya kısa zamanda geçilir. Çok seslilik demokrasinin gereği değimli zaten?

         Gel gelelim basında çok sesliliğin önüne geçiliyor. Nerdeyse tüm köşe yazılarını başbakan yazacak. Hoşuna gitmeyen haberleri basan gazeteleri de azarlamaktan geri kalmıyor. Onun istediği “Pravda”dır. Yani o, eski Sovyetler Birliğinde önce parti, sonra hükümet, en son olarak da devlet organı olarak yarı resmi yayınlanan bir gazete olan “Pravda” lar olsun istiyor. Devleti düşünen kim? Önemli olan dönüşüm. Artık ihtilaller dönemi geçti, şimdi dönüşümler var. Dönüşümlerde halkın gözünü açar korkusuyla muhaliflere yer yok!

         Aydın Doğan görsel ve yazılı basınının içinde iktidara yandaş fikirler olsa da, demek ki bu yetmiyor. Yeni vergi cezası bunu ispatlar gibi. Artık sıra Aydın Doğanda..

         Bu fikrimi destekleyen bir yazar olan Nevval Kavçar hanımefendiden bu konuyla ilgili yazısından alıntılar sunmak istiyorum sizlere..

         “Aydın Doğan amuda kalksa, ağzıyla kuş yakalasa faydası yok. Medyasında görev yapan gazetecilerin hepsine iktidara methiye düzdürse, artık olmaz. O halde ne demeye, yazar takımına “usturuplu yazın” diyerek ağır toplarını kaçırıyor. Onlar gittikçe güçsüzleştiğini göremiyor mu?

         (Son olarak Bekir Coşkun’da yazmayı bıraktı.)

         Hürriyet Gazetesi deyince akla Aydın Doğan değil, Emin Çölaşan gelirdi, atıldı.  Sonra bir başkası. Nerede biter bu iş? Aydın Doğan sıfırı tüketince. Medyasını idare edemeyecek duruma düşürünce. Gazete ve televizyonları, yandaşlarca satın alınınca. Ülker’in bu iş için hazırlandığı belirtiliyor.

         Taviz tavizi doğuruyor.

         Aydın Doğan elindeki medya teslime sürükleniyor. Bu demektir ki basın tamamen otomatiğe bağlanacak.
         Aydın Doğan yükselmek için attığı ağırlıkla yükselmiyor, irtifa kaybediyor.
         İktidar muhalif ses istemiyor. Muhalefetsiz iktidar olmanın anlamını insanlık, Hitler Almanya’sında ve Mussolini İtalya’sında yaşadı. Bir de demir perde ülkelerinde.
         Medya, siyaset ve vatandaşın, AKP iktidarına “iyisiniz, çok başarılısınız, Kürt açılımı ülkenin faydasına, kriz teğet geçti” diyeceği, baskı rejimi oluşturuluyor. Bu işin son merhalesi, yargının siyasallaşması. Yargının duayenleri öyle söylüyor.”

         Yazının devamında herkesi ürpertecek şeyler var. Parti devleti kurmaya hazırlanan AKP’lileri bile.. okumaya devam edelim.

         “Millî iradeyi temsil eden iktidara muhalefet, millete muhalefettir” desin tercümesi. Gazeteci takımına bu anlamda ayar çekilmeli.

         Medya Bakanlığı kuran ilk ülke olarak, tarihe geçeceğimize şüphe yok.

         Medya Bakanlığı kurulsun dedim, fakat adı yok kendi var bir sistem devrede. “O yazar sesini kıssın, berikisini at gitsin, yetmez medyayı bırak git” uygulaması kamuoyu önünde cereyan ediyor.

         Yine de işin resmileştirilip, eşgüdüm ve uyum içinde yürüyecek medya kontrolü, bakalım ne zaman kurulacak?

         Son söze bakar mısınız lütfen? Bu sözlere kim şapka çıkarmaz ki?

         Yargının yargıya bırakılmadığı, patronun elini basından çekmediği, siyasette dokunulmazlık zırhının kalkmadığı ülkelerin Başbakanları, sel felaketlerinde “Derenin intikamı ağır olur” diyerek atasözü yazar.

         Aydın Doğan sevdiğim bir kişilik değildir. Basının işadamı patronlarıyla tekelleşmesine de şiddetle karşıyım. Bunlar çıkarları uğruna memleketi iktidarlara satmadılar mı? Onlar  “gelen ağam, giden paşam” diyenlerden değiller mi? Bütün bunlara rağmen düşmanımın düşmanı dostumdur deyip, hükümetin uygulamalarını onaylayacak değilim.

         Her camiden ayrı sesle ezan okunsun diyen diyanetin (esas niyetleri bu yazının konusunu aşar düşüncesiyle şimdilik es geçiyorum) olduğu bir iktidarın, basını tek sesli yapmak istemesi ne büyük çelişkidir. Tabi ki görene..

Yayın Tarihi : 14.09.09

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder